MUSTAFA PULTAR           DUM VENTUS EST, SPES EST



ÇİLİNGOZ NE OLA Kİ?


 

Eski okuldaşlarımdan biri Yelken Dünyası'nda görmüş, aklı "Çilingoz'un Portucundan" sayfalarına takılmış. "Yahu nedir bu Çilingoz, nedir bu portuç?" diye sordu. Herkes bilmek zorunda değil ya! Açıklamak vacip oldu.

 

Bir zamanlar Yelken Dünyası'nda Piratname başlıklı bir hikâye yazmış, ilk teknem piratla nasıl alabora olup tekneden suyu boşaltamadığımı, sonunda da annemden bir güzel fırça yediğimi anlatmıştım. O olaydan sonra, alabora olsa bile kolaylıkla doğrultup yola devam edebileceğim, tek kişilik bir tekne taktım aklıma. Daha Laserler ortada yoktu. Biraz Finn'e benzer ama o kadar da ızbandut olmayı gerektirmeyen basit bir tekne araştırınca OK Dinghy diye bir tekne buldum; 4 metre, tek kişilik, yalnız ana yelkenli, kontraplaktan kolayca inşa edilebilecek basit bir tekne. Adı, tasarımcısı Danimarkalı Knud Olsen'in adından kaynaklanıyordu. Optimist'ten sonra çocukların Finn'e geçmeden bir süre kullanabilecekleri bir tekne. Belki ülkemizde de birileri ilgilenir diye inşa etmeye karar verdim.

 

Sene 1972; ben Ankara'da yaşıyorum. Apartmanın altındaki garaj inşaata uygun bir yer, orada yapayım dedim. Ama eski kıtlıklar hâlâ devam ediyor. Su kontraplağını yalnız Kelebek, Eyüp'teki fabrikasında üretiyor. Oradan alıp arabanın sırtında Ankara'ya getirdim. Neyle yapışacak bu kontraplaklar? Öyle epoksi, resorsinol, poliüretan gibi yapıştırıcılar hak getire! Meges adlı bir firmanın ürettiği IC diye bir derz macunu, baktım olacak gibi. Garajda işe giriştim. O arada komşumuz rahmetli Nefi Bey'i ziyaret etmeye Suadiye Yat Kulübü'nden Tankut Ağan gelmişti. Benim garajda tekne yaptığımı işitince inmiş, hem biraz sohbet etmiş hem de bir süre yaptığım işi izlemişti. Daha sonra işittim, bir tanıdığına demiş ki: "Yahu adam salma kasasını oturtmak için önce kasayı yerine vidalıyor, omurgayla arasındaki derzin arkasından el feneriyle ışık tutup bakıyor, sonra kasayı söküyor, iki törpü bir eğe, tekrar yerine vidalıyor, sonra yine tekrar tekrar aynı terane. Ben ordayken tam beş kere bu işi yaptı!" Ne beş keresi, o kasayı oturmak tam iki günümü almıştı. Ama o gündür bu gündür bir damla da su yapmadı o derzden.

 

O yıl yeğenim Fazıl ilkokulu bitirecek, ben de Ankara'da olduğumdan tekneyi ona armağan edeyim dedim. Çilli bir çocuk olduğu için okulda ona "Çilingoz" derlermiş; böylece OK Dinginin adı da ordan Çilingoz oldu. Kamyon sırtında İstanbul'a gönderip yalıdan denize indirdik. Şampanya patlatma işini de komşumuz rahmetli Oramiral Celâl Eyiceoğlu'na havale etmiştik.

 

Çilingoz OK Dinghy

1991 yılında ODTÜ'den emekli olunca, emeklilik ikramiyemle bir ufak yelkenli yat almaya karar verdim. Ama Çeşme'deki evin önündeki barınağa girebilmesi koşulu da vardı. Biraz arayınca Okmeydanı'nda Yeltes firmasının inşa etmeye başladığı Halley 7 modeli bir yelkenli buldum, ırgatla çalışan sürme bir salması vardı. Onu aldım, adı tabii yine Çilingoz oldu. Çocuklarla beraber Marmara ve Ege'yi geze geze Çeşme'ye kadar götürdük. On yıl da Ege'de gezdik, hatta bir ara Foça Regattalarına bile girip yarıştık. Hatta bir keresinde bize acıyıp, elimize teselli kabilinden bir "Centilmenlik Kupası" tutuşturmuşlardı.

 

Çilingoz Yeltes Halley 7

Her akşam barınağa girişte "gır, gır, gır" ırgatla salmayı kaldır, her sabah "gır, gır, gır" salmayı indir. Sonunda bu işten bıktığımı kabullenmek zorunda kaldım. Yahu, biz bu dünyaya salma kaldırıp indirmeye mi geldik? Öte yandan aklımın kenarında hep daha büyük bir yat edinmek vardı. Ararken Hollandalı tasarımcı Van De Stadt'a rastladım, onun Van De Stadt 34 teknesine aklımı taktım. Dünyada bin beşyüzden fazla kişinin kendi inşa ettiği, dünyanın her bir köşesine dağılmış şaheser bir tasarım. Fiilen emekli olduğumda inşa etmek rüyasıyla planlarını getirttim, altı sene çalışma odamın duvarında asılı durdular. Planlara bakıp bakıp, kitapları karıştırıp karıştırıp, maliyet hesapları yapıp kafamda yüzlerce kere inşa ettim.

 

Derken 2001'de birgün Yelken Dünyası'nda bir satılık ilanı: Ataköy Marina'da bir Van De Stadt 34. 1987 yılında Kartal'da İsmail Gümüş atelyesinde, tam da planlara göre inşa edilmiş, epoksi lamine bir güzeller güzeli. Eski sahipleri Hüseyin Şen ile Halit Özdamar belli ki meraklıymışlar, çok iyi bakmışlar, donamımı o güne göre gayet güzel. Elimiz mahkûm, aldım. Adı Royal Flush idi, İstanbul'un yarışçı camiasının tanıdığı bir tekne. Ama benim pokerle aram olmadığı ve Milli Piyango dışında kumardan hiç hazzetmediğim için adını değiştirdim. Ne olabilirdi ki yeni adı? Tabii Çilingoz. Teknelerin adını değiştirmek uğursuzluk sayılırmış; lâf, hem de lâf-ı güzâf! Goeben, Yavuz oldu da başına bir uğursuzluk mu geldi? Genel kültürel hakikatsızlığımız sonucu jilet olmaktan başka!

 

Bu teknenin rüyalarını kurmakta haklıymışım. Önceleri çoluk çocuk, yeğen damat bir aile ekibi kurup İstanbul'da, Bodrum'da yarıştık, yarışçılıktan hevesimizi aldık. Yeteri kadar hırslı (ve de yetenekli) olmadığımızı anlayınca vazgeçtik. Ege'de bol dolaşıp güzel günler geçirdik ailecek. Çilingoz'u tek başıma da abrayabildiğim için daha büyük bir yelkenliye de hevesim yok artık.

 

Çilingoz Van De Stadt 34

Yıllar sonra Çatalca'nın Karadeniz kıyısında Çilingoz adında bir koy ve o koya akan aynı adlı bir dere olduğunu öğrendim. Günübirlik mesire yeri olarak (tabii bu arada emlâkçiler arasında da) pek popülermiş meğerse. Henüz gidip görmek kısmet olmadı ama gün doğmadan neler doğar, değil mi?

 

İşte Çilingoz denen nesnenin hikâyesi budur okuldaşım!

 

Gelelim "portuç"a. Bu sözcük, en basitinden "dolap" anlamında. Ama denizci jargonunda biraz da kolay anlaşılmayan terimler kullanmak afili olduğundan portuç demek daha havalı oluyor. Sözcük Cenevizce pertuzo sözcüğünden türemiş, aslında "delik", "çukur" ya da "gizli, saklı yer" yani "zula" demek. Teknenin köşesinde bucağında kalmış, içine ıvır zıvır şeyler tıkılan yerler anlamına geliyor. Yani bir anlamda, adam gibi bir işe yaramayan yer. O kadar ki bizim Denizcilik Müşteşarlığı'nın "Gemi ve Su Araçlarının Tonilatolarını Ölçme Yönetmeliği"nde, kapasite hesabı yapılırken portuç mahallerinin tonilatodan (yani işe yarar hacimden) düşüleceği yazılmış. "Portuç" Cenova'dan bize doğru gelirken Yunanistan üzerinden geçmiş; onlar portuzi diyorlar, bunun bir anlamı da "saksağan gözü" imiş. "Göz" güzel bir anlam, bizim dilimize de yakışır, o gibi yerlere zaten göz demez miyiz? Yakışmayan ise, yeni ufak yatlarda havuzluktaki oturakların altındaki portuçlara "ambar" denmesi. Ambar, gemide taşınan yükün yüklendiği yer, yani geminin esbâb-ı mûcibesi olan yer demek, bunlara portuç demek daha doğru olur bence.

 

Portuç da budur, vesselâm!

 

 

Deniz Göklerinin Şahı

 

Şimdiye kadar portuçtan konu çıkarmak için biraz kıvırdım, çeşitli hikâyeler uydurdum. Ama bundan böyle ortaya yeni konular çıkarmak için "portuçtan çıkarma" mecazını kullanamayacağın galiba. Çünkü şimdi çıkaracağım şey zaten portuca sığacak gibi birşey değil.

 

Çünkü albatros, kuşların arasında kanat açıklığı en büyük olan kuş. Gezgin albatrosun (Diomedea exulans < Diomedes = Truva savaşına katılan Akhalı bir kahraman + exulans = sürgünde yaşayan) kanat açıklığı 3,5 metreye kadar çıkabiliyor. Çilingoz'a enlemesine sığmaz yani. Gerçek bir deniz kuşu, üreme dönemi dışında ömrünün büyük bölümünü denizde geçiriyor. Öyle kıyı denizlerine pek rağbet etmiyor, Güney Okyanusu ve Kuzey Pasifik Okyanusu'nda yaşıyor; kalamar, balık ve "ister inan ister inanma" balinalar gibi kril (yani minik yüzer eklembacaklılar) ile geçiniyor.


Albatros, okyanuslarda seyreden gemicilerin yaşamının önemli bir parçası olmuştur her zaman. Büyük kanatlarını çok az hareket ettirerek hava akımlarına binip yükselir, uzun mesafeleri süzülerek uçar, dalgaların üstünden suyu tarayarak kril yer; deniz göklerinin şahıdır. Ama gemiye konduğu zaman kanatlarını ne yapacağını bilemez, sallapati bir hayvan, gemicilerin alay konusu olur. Fransız şair Charles Baudelaire'in Kötülük Çiçekleri (Les Fleurs du Mal, 1857. İstanbul: Varlık, 2000) kitabında bu davranışı anlattığı şiir, kendi dünyasında şah olup da günlük hayatta alay konusu şairleri (ve diğerlerini) ne güzel dile getirmiş:

 

Gezgin Albatros

Albatros

 

Tayfalar sık sık yakalar, iş olsun diye,
Koca deniz kuşlarını, albatrosları,
Keskin çukurlar üstünden kayan gemiye
Eşlik eden o kaygı bilmez dostları.

Ama bırakıldılar mı güvertelere,
O gök kralları ne sünepe, ne sarsak
Seriverir koca kanatlarını yere,
Yanlarında sürünen kürekler gibi, ak.

O kanatlı yolcu ne miskin, ne sümsüktür!
Ne çirkin, ne gülünçtür o güzel kuş şimdi!
Topallar kimi, uçan sakata öykünür,
Bir pipoyla gagasını dürtükler kimi!

O bulutlar prensine benzer Ozan da,
Fırtınayla senlibenli, yaylara gülen;
Yere sürülmüştür yuhalar arasında,
Yürüyemez devce kanatları yüzünden.

 

Albatros, doğanın büyüklüğü ve insanın küçüklüğü karşısında duygulanmış, ondan etkilenmiş insanların aklında her zaman yer etmiş bir canlıdır. Denizciler, albatros öldürmeyi hep uğursuzlık, lânet nedeni saymışlardır. Bu inancın şiir dünyasında yer aldığı en eski örnek, İngiliz şair Samuel Taylor Coleridge'in Lyrical Ballads (Lirik Türküler, 1798) adlı kitabındaki Yaşlı Denizcinin Şiiri (The Rime of the Ancient Mariner) dir. Çok uzun bir şiir olan bu eser, yol göstererek gemilerini Antarktika'dan kurtaran albatrosu öldüren bir denizcinin, gemiye getirdiği lâneti ve başlarına gelen belâları, sembollerle, doğaüstü olaylarla, ahlakî ders ve sonuçlarla, anlaşılmaz ifadeler ve muğlaklıkla anlatır. (Yaşlı Gemici. İstanbul: İletişim, 2008).

 

Deniz kuşu denince bizim bildiğimiz en fazla martıdır. Ama, denizci milletlerin bildiği ise göklerin şahı albatrostur.

 

 

Sihirli Hindistan Cevizi

 

Sihirli Hindistan Cevizi

Polinezya (Yunanca poli = çok + nisia = adalar) yerlilerinin vaktiyle bu adalar arasındaki uzun seyirlerde geceleri yollarını nasıl buldukları her zaman merak konusu olmuştur. İşte bu seyirler sırasında kullandıkları aletlerden biri daha, bilimsel bir alet: Hindistan cevizi.

 

Önce Hindistan cevizini delip sütünü boşaltıyorsunuz. Sonra üç delik açıyorsunuz, şöyle ki: İki delik, içine su doldurulduğunda cevizin yatay durmasını sağlıyor, bir tür su terazisi gibi. Üçüncü delik ise bulunduğunuz enleme göre belirli bir konumda açılıyor. İlk deliklerin birinden bu üçüncü deliğe doğru baktığınızda belirli bir yıldızı, örneğin Demirkazık'ı (Polaris, Kuzey Yıldızı) görmeye çalışarak seyrediyorsunuz. Böylece aynı enlem boyunca doğuya ya da batıya seyredebilirsiniz. Yıldız daha yukarda ya da aşağıda ise, doğu batı rotasından kuzeye ya da güneye sapmışınız demektir.

 

İnsanoğlunun yaratıcılığının sonu yok, değil mi?

 

Söz Polinezya'dan açılmışken o diyarları (ve de Ege ve Akdeniz kıyılarımızdaki evleri) süsleyen bugenvil çiçeğinden de bahsetmem gerekir. Eflâtun, kırmızı bazan da beyaz renkleri olan bu kişilikli çiçeğin adı Fransızların en meşhur denizci kaşifi Louis Antoine de Bougainville'den gelir. Onun Dünyanın Çevresinde Bir Yolculuk adlı anı-jurnalını kendini denizle ilgili hisseden herkein okuması bir zorunluktur diye düşünürüm.

 

 

  Çilingoz'un Portucundan sayfasına dönmek için tıklayınız.