MUSTAFA PULTAR           DUM VENTUS EST, SPES EST



POMERANYA'NIN ARMAĞANI


 

Herkes çok imrenir ama emeklilik zor meslek; yapacak bir iş bulmazsan kendine, yandın demektir. Ben de birkaç yıldır bir deniz sözlüğü derlemeye çalışıyorum. Kullandığım kaynaklardan biri Metin Karayazgan'ın "altın kalpli eşi"ne adadığı Denizci Sözlüğü adlı minik sözlük. O da birçok denizci sözlüğü gibi ilgisizliğin gadrine uğramış olmalı ki sonunda yazarının kendisi tarafından yayımlanmış gibi görünüyor.

 

Aslında amacım sözlükten söz etmek değil, kapağındaki gemiden söz etmek. Tüm yelkenleri fora edilmiş, üç direkli, tam armalı bir güzeller güzeli. Tam armalı gemilerden söz eden bir yazımda, bu armaları bir örümcek ağına benzetmiştim. Bu gemi de adeta bana tanıklık etmek istemiş gibi. Kapaktaki fotoğrafı öyle bir açıdan çekilmiş ki, sanki martılar, albatroslar, yelkovanlar o armanın çarmıklarının, istralyalarının, larmolarının, patrisalarının, prasyalarınnın, iskotalarının, kontra iskotalarının, borinalarının arasına dalıp bir takıldılar mı kurtulamazlarmış gibi gözüküyor.

 

Dar Pomorza

Geminin adı Dar Pomorza. 1909 yılında Alman Okul Gemisi Birliği'nin (Deutscher Schulshiff Verein'ın) eğitim gemisi olarak inşa edilmiş; Birinci Dünya Savaşı sonunda İngilizler tarafından savaş ganimeti olarak el konulmuş. Daha sonra 1929 yılında ise Pomeranya (Polanya'nın Baltık kıyısı) halkı tarafından satın 7.000 sterline (yanlış okumadınız, yedi bin! Yani, bugünün parasıyla aşağı yukarı 1,5 milyon TL) satın alınarak Polonya Deniz Kuvvetleri Akademisi'ne (Akademii Marynarki Wojennej'e) armağan edilmiş. Adı da oradan geliyor; Lehçe Pomeranya'nın armağanı demek. Uzun yıllar eğitim gemisi olarak kullanılmış; "Beyaz Fırkateyn" olarak da nam salmış. 1983 yılından beri ise Gdynia kentinde müze olarak bağlı.

 

Polonya, öyle özellikle büyük denizci olarak bildiğimiz ülkelerden değil. Amma! Bir: Yetmiş yıl denizcilik eğitiminde fiilen kullanılmış olan, yüz yaşında muhteşem bir eğitim gemileri var. İki: O gemiyi bir bölgenin halkı aralarında para toplayıp satın alıyor ve denizcilerine armağan ediyor. Üç: Bağlı olduğu yer Gdynia, Baltık Denizi'nin güney kıyısında 250 bin kişilik ufak bir kent, ama ülkenin denizcilik akademisi orada olduğu gibi bir de denizcilik üniversitesi var.

 

Daha ne diyebilirim ki?

 

 

 

Camadan Çetesi

 

İnsanın herhalde ilk öğrendiği bağ, pabuç bağcıklarını bağlarken kullandığı düğümdür; ama kimse o zamanlar, hatta bazen bütün ömrü boyunca onun "foralı camadan bağı" olduğunu bilmez. Gevşek bağlayıp da çözüldüğünde üzerine basıp düşmediği sürece önemli de değlidir bu.

 

Bağcık düğümü gerilim altında olmadığı için kendiliğinden açılması olası değildir. Ama camadan denizcilikte bağ olarak kullanıldığı zaman iş değişir. Bu bağın püf noktaları iyi bilinmezse insanın başına büyük dertler açabilir.

 

Camadan bağı, aynı kalınlıktaki iki halatı birbirine bağlamak için kullanılan, yapması kolay, basit bir bağdır; sıkı durur, halatlar gerildikçe sıkılaşır, ama kolay çözülür. Daha ne olsun ki? Hele bir de çımaları bedenlerinin üzerine volta edilirse, yeme de yanında yat!

 

Gelgelelim camadanın bir de şirret bir karısı var: kocakarı bağı. Uzun zaman evli kalan insanlar birbirlerine benzemeye başlarmış ya, işte o da camadan bağına çok benziyor. Tek farkı halatın çımasının öbür halatın doblininin yanlış tarafından çıkması. Ama bu kusur büyük bir kusur, çünkü halatlar gerildiğinde bağ kayıp açılabiliyor. Aman dikkat, camadan bağlıyorum derken insan kocakarının lâflarına kolaylıkla kanıverir; daha farkına varmadan al başına bir kocakarı belâsı!

      Camadan          Kocakarı               Hırsız          Hırsız Kocakarı

Rivayet olunur ki, bir vakitler bir gemide tayfanın biri torbasından birşeylerin yürümekte olduğunu sanmış ama pek de emin olamamış. Hafiye ruhlu biri olduğundan, bu işin doğru olup olmadığını anlamak için torbasının ağzını camadan bağı yerine ona benzer ama yine de farklı bir biçimde bağlamış. Eğer birileri torbadan bişeyler yürütüyorsa, bağı çözüp torbayı açtıktan sonra tekrar kapatırken el alışkanlığıyla camadan bağı yapacaklarını ve böylece durumun anlaşılacağını düşünmüş. İşte bu hikâyeden çıkarak, gemicinin torbasının ağzına yaptığı bu bağın adının hırsız bağı olduğu anlatılagelir. Camadan bağından farkı bedenlerin farklı yönlerden gelmeleri. Camadan bağı kadar emin değil ama idare eder; yapması ise daha zor.

 

Bir kez camadan çetesine bulaştınız mı çetenin kocakarılarından kurtulmak mümkün değildir. İşte hırsızın da şirret bir kocakarısı var. O hele tam bir belâ, daha bağlar bağlamaz açılıverir.

 

Camadan çetesini yakından tanımak için elinize bir halat alıp şekillere baka baka biraz oynayın; ne menem şahsiyetler olduğunu hemen anlarsınız.

 

 

Madame de la Mer

 

Ondokuzuncu yüzyılın sonları, yirminci yüzyılın başlarının yatçılık dünyası, kralların, prenslerin, zengin çay tüccarlarının, büyük armatörlerin aşık attığı bir dünyadır. Ondan dolayı da yatçılık hep zengin işi olarak bilinegelmiştir; aradan yüzyıldan fazla bir zaman geçip de devran döndüğü halde bugün bile sayın idarecilerimiz durum hâlâ öyledir sanmakta. İşte bu dünyada aşık atmış bir denizci var ki adı bugün bile anısına yapılan Avrupa Dragon Şampiyonası'nın kupasında (Virginie Hériot Cup'da) ve ona ait olmuş çeşitli teknelerin adını taşıyan, Star'a benzer bir sınıf teknesinde (Aile, kanat anlamında) yaşamaya devam ediyor.

 

Bu denizci Virginie Hériot. 1890 yılında Fransa'nın en zengin ailelerinden birine doğmuş, annesinin yatlarında büyümüş. Yirmi yaşındayken bir kontla evlenip kontes olmuş. Yani tam da sözünü ettiğim o dünyanın ortasına düşmüş biri. Ama aristokrasinin hayatına alışamayarak on sene sonra kocasından boşanmış ve kendini tümüyle denize, denizciliğe ve yat yarışına vermiş.

 

Virginie Hériot

Müthiş bir milliyetperver; devamlı İngilizlerle didişip Fransa'nın kaybettiği yat kupalarını kazanmaya çalışıyor, kazanıyor da. 1928 Amsterdam Olimpiyatları'nda 8 m. sınıfında, kendine ait Aile VI yatı ile altın madalya kazanıyor. 1930 yılına kadar Avrupa'da kupa yarışlarında toz attırıyor. Gezi tekneleriyle Avrupa kıyılarında ve Akdeniz'de 230 bin mil yol yapıyor. Fransız donanmasının çeşitli madalyalarını ve Légion d'honneur'ün şövalyelik ünvanını kazanıyor.

 

Bu gibi denizci kadınlar kendilerini hep denizciliğin gelişmesine adamış, kitaplar yazmış, çeşitli kurumlar kurmuş insanlardır; Hériot da öyle. Yazdığı çeşitli kitaplar arasında Sur Mer: Impressions et Souvenirs (Denizde: İzlenimler ve Anılar, Paris: Fasquelle Éditeurs, 1933) adlı eserinde, yaşam tutumunu ve inançlarını, ömrü boyunca edindiği izlenimleri anlatıyor. İşte o kitaptan Arşipel (Adalar Denizi, Ege) hakkındaki izlenimleri:

 

Keten rengi, mavi, ağır bir denizin üstüne dikilen kızıl toprak rengi kel adalar.

 

Ezici bir sıcak bu ışıltılı görüntünün üstüne çöküyor, hareketi ve sesi yok ediyor. Herşeyin içine bir uyuşukluk siniyor. Yükselen sıcak göğün mavisini örtüyor, buğunun titreşimi içinde kararsız kalan ufku kıpırdatıyor. Yunanistan'ın göğü de, ışık ve saflıktan oluşan bu ihtişamın üstüne büyüsünü ve dinginliğini döküyor.

 

Gün batımında, renklerin sonsuz çeşitliliği, bir bulutun, bir meltemin, bir yansının düşlemini izleyerek kayaların üzerine yayılıyor. Görkemli bir çeşitliliğin gösterisi!

 

Ama gece çöküyor ve bu ihtişamı emiyor; fırtına yığılmış bulutları yarıyor ve köpüklerle aklaşmış deniz sarp kıyıları dövüyor, çıldırmışçasına.

 

Ömrünün son yıllarında Fransız gençlerinin denizci olarak yetişmesi için çaba göstermiş, Fransa'nın büyük denizci milletler arasına katılabilmesi için çalışmış. 42 yaşındayken Fransa'nın Atlantik kıyısında bir yarışta iken bayıldıktan sonra hayatını kaybetmiş.

 

Avrupalı aristokrat yatçı takımı ile dünyanın öbür ucundan bir şairin ne alakası olabilir ki? Ama nedendir bilmem, Bengalli meşhur şair Rabindranath Tagore ona şu adı vermiş: Madame de la Mer (Denizin Hanımefendisi).

 

 

Tekneniz Solak mı Salak mı?

 

Gündüz vakti gökte Demirkazık'ın (Kutup Yıldızı'nın) yerini işaret edebilir misiniz? Evet ise aferin! Yok edemezseniz, önemli değil; gece vakti olunca bulursunuz. Şimdi sağ elinizin baş parmağını Demirkazık'ı gösterircesine tutup diğer parmaklarınızı hafifçe kıvırın. Böylece evrenin birçok sırrı elinize yansımış, elinizle açıklanır oldu.

 

Bir: Dünya kendi ekseni etrafında yani başparmağınızın çevresinde parmaklarınızın yönünde dönüyor. Ondandır ki gökte herşeyi doğudan doğuyormuş, batıdan batıyormuş gibi görüyorsunuz. Ayrıca siz öyle kolayca göremezsiniz ama dünya da güneşin etrafındaki yörüngesinde aynı yönde dönüyor.

 

Peki bu başparmağımızın yönü gökten zembille mi indi? Neden başparmağımızı kuzeye doğru değil de güneye tutmayalım? Çünkü hep kuzeyi dünyanın tepesi, yukarısı olarak görmüşüz de ondan. Yoksa başka bir nedeni yok. Ama siz, herkes Mersin'e giderken tersine gidenlerdenseniz o zaman yine aksilik edip başparmağınızı güneye doğru tutabilirsiniz; fakat sağ elinizi değil sol elinizi kullanın.

 

Gelelim sağ elin üçüncü sırrına: Isınınca hava yükselir, yukarı doğru çıkar; yükselen havanın yerine çevreden hava dolar ve rüzgâr eser merkeze doğru. Ama rüzgâr doğrudan gelmez, merkezin çevresinde dönerek gelir. Ne yönde dönerek mi? Onun da sırrı sağ elimizde: Başparmağımızı yukarı doğru tutalım, rüzgâr parmaklarımızın yönünde dönerek eser. Bu alçak basınç merkezi dediğimiz olgunun sırrıdır. Ondan dolayıdır ki yaz aylarında gündüzleri ısınan Anadolu Yarımadası'nın çevresinde rüzgârlar Karadeniz'de doğu, Marmara'da poyraz, Ege'de yıldız ve karayel, Akdeniz'de ise batı ve lodostan eser.

 

Yüksek basınç merkezi için ise başparmağınızı yere doğru çevirin, rüzgâr yine parmaklarınızın yönünde eser. Ama bu sır kuzey yarıkürede geçerlidir. Güney yarıkürede iseniz, o zaman sağ elinizi cebinize sokun, sol elinizi kullanın.

 

Sağ El Kuralı

Sır dört: Bir cıvataya somun mu vira ediyorsunuz ya da bir yere vida mı vidalıyorsunuz. Gelsin sağ el kuralı; somunun ya da vidanın başparmağınız yönünde ilerlemesi için onu parmaklarınızın yönünde çevirin. Tabii petrol gazı tüpüne regülatör somununu vira etmeye çalışmıyorsanız! O tür vidalar ya da somunlar Mersin yerine tersine gidenler gibidir; sol el kuralına göre davranırlar.

 

Sol El Kuralı

Beş: Kolları birbirinin çevresinde dolandırılarak yapılan bükümlü halatlar iki türlüdür ve birbirlerinden sağ ya da sol el kuralına uymaları ile ayrılabilir. Sağ ya da sol elinizin başparmağını halat boyunca yatırın ve kolların bir vida gibi hangi yönde dönerek ilerlediğine bakın. Sağ el kuralına uygun olarak bükülmüş olan halatlara "sağa bükümlü" ya da "Z-bükümü" halat, sol el kuralına göre olanlara ise "sola bükümlü" ya da "S-bükümü" halat diyoruz. Hem harfin orta bölümünün görünümünden hem de halat bükümlerine ilişkin uluslarası standartın (ISO 9554) bu iki bükümü sırasıyla Z-bükümü ve S-bükümü olarak tanımlamasından. Lâf arasında şunu da hatırlatayım ki eğer sağa bükümlü halatlar sol el kuralına göre roda edilirse, roda açıldığında gamba almazlar; tabii sola bükümlü halat için bunun tersi doğrudur.

 

Bütün bunları niye mi anlattım? Tabii ki başlıktaki soruyu yanıtlayabilesiniz; teknenizin salak (pardon, sağak) mı yoksa solak mı olduğunu belleyebilesiniz, hiç düşünmeden nasıl davranacağını kestirebilesiniz diye. Ben bu davranışın sırrını kuramsal olarak anlamıştım ama uzun süre içselleştirip belleyemedim. Ta ki sol elim cebimden çıkana kadar.

 

Tekneniz tek pervaneli ve özellikle de karinası sığ ise, pervanenin devretmesiyle kıçı iskeleye ya da sancağa doğru çeker. (Tekneniz çift pervaneli ise bir sonraki yazıya geçiniz.) Kıçın hangi yöne çekeceği ise pervanenin dönüş yönüne bağlıdır. İşte el kurallarının altıncı sırrı burada. Pervaneniz hangi yöne doğru devirli ise, tekneniz de ileri yolda o elin kuralına göre çeker. Yani ileri yolda başparmağınızı yukarı doğru tutarsanız, tekneniz parmaklarınızın yönünde dönmeye çalışır.

 

Makine ileri çalışırken ya sağ ya da sol elinizi, parmaklarınız pervanenin dönüş yönünde olacak biçimde şaft boyunca pruvaya doğru yatırın. Pervanenin devri hangi elinize uygun düşüyorsa pervane o yöne devirlidir. Kısacası, pervaneniz sağ devirli ise tekneniz ileri yolda salaktır, sol devirli ise solak. Ya da tekneniz durur iken kısa süre hızla ileri yol verin. Tekne yol almadan önce olduğu yerde dönmeye başlayacaktır. Bakın, sağ el kuralına göre mi dönüyor, yoksa sol ele göre mi. Salak ya da solak olduğunu böyle de anlayabilirsiniz.

 

Teknenin salak ya da solak olması daha çok tornistanda önemlidir; çünkü bu kıç çekme olgusu o durumda daha belirgindir. Tornistanda iken pervaneye uygun elinizin başparmağını aşağı doğru çevirin, tekneniz parmaklarınızın yönünde dönecektir. Tornistanda iken öteki elinizi yukarı doğru tutabilirsiniz de, ama benim gibi sağınızı solunuzu karıştırıp duruyorsanız pek tavsiye etmem.

 

Bu arada, ayıptır söylemesi, benim teknem solak!

 


  Çilingoz'un Portucu sayfasına dönmek için tıklayınız.