MUSTAFA PULTAR           DUM VENTUS EST, SPES EST



Sayın Abilerim,


 

Evvel-emirde hâl ü hatırınızı sorar, ellerinizden öperim. İnşallah iyisinizdir. Benim halimi sual edecek olursanız, Allaha şükür keyfim gıcırdır. Ama malûmunuz her türlü çapariz gelir bana borda eder. Son günlerde başıma öyle şeyler geldi ki, size bir ifademi veriyim ki malûm ola, fazla kafa ütülemeden.

 

Bilirsiniz, bizim gemi Belkis Tahinci bin altıyüz tonluk bir şilep. Adını bizim patronun yengesi için koymuşlarmış. Üç yıldır ekmek teknemdi, gemici olarak çalıştım. Sizden iyi olmasınlar, süvarisi, ikincisi efendi adamlardır, hürmette kusur etmem. Ama lostromo flamasızın biri, çevirdiği tolozlar tüm geminin pasaparolası olmuştur. Hiç sevmem herifi, hep alargada dururum. Geçenlerde durup dururken çağırdı. “Ulan yine mi alabanda yiycez” diye düşündüm. Meğerse Tahincilerin şirketinde işler poyraza çevirmiş. “Mustafa oğlum, sana kötü bir haberim var” dedi, “işler kesatmış, tayfalara yol veriyoruz. Sana bir torpil çekeyim dedim ama elimden birşey gelmedi. İşte tazminatın! Eşyanı topla, filika sizleri rıhtıma atacak.” Oğlummuş, torpil çekermiş! Hadi ordan dalgıç herif, o kadar sene ketenpereye getirdin de, kapının önüne korken mi oğlun olduk?

 

Tayfaya yol vermeler yalnız Tahincilerde değil, zaten bir süredir hepimizi mayna edeceklerini duyuyoduk. Üç beş parça eşyamı topladım, filikaya atlayıp Kumkapı’da kıyıya çıktım. Ne kadar bekliyo olsam da olup bitenden feleğim şaştıydı. “Oğlum Mustafa” dedim kendime “toriği çalıştır, yoksa cebindeki paçarozlar suyunu çeker, ya ırgatlık edersin ya da ahtapot olur kalırsın”. Hava da hiç kafama göre değil, kasvetli bişey. Kapalı, ama yağmıyo. Mendireğin ucuna doğru yürüdüm, bir babaya oturup ayaklarımı avara ettim. Cebimden bir sipsi çıkarıp yaktım, aklımı açar belki diye, dumanını da rüzgâra üfürdüm. Sipsiyi öttür de öttür de, dumanını üfür de üfür bir yere varmıyo ki! Gelen giden gırgır gemilerine, alargada demirli Belkis Tahinci’ye baktıkça daldım gittim. Gerçi bir takıntım yok, iskele babası olmak gibi bir derdim de yok! Yine de işsiz ne yaparım ben? Düşündükçe abliyi kaçırdım.

 

Abliyi kaçıran gemici ne eder ki? Vapur olur tabii! Ben de hemen yelkenleyip vardım bizim Çaça Mahmut’un yerine. Hem bir iki tek atar, bir iki lâf eder, hem de durumu kurtaracak bir dümen bulurum diye. Çaça Mahmut eski lostromolardan. Bir gece Kumkapı’da kafayı bulup orsapoca giderken, tokaya çıkmış bir bandırasıza bodoslamadan toslamış. “Hop hop!” falan demeye kalmadan herifçioğlu da bıçağını fora edip Çaça’nın façasını açmaz mı? O olaydan sonra bir süre önüne gelenle kontra gitti, sonunda da denizi bıraktı. Şans bu ya, birgün kumarda paçarozları gargı edip de kazanınca şimdiki yerini açtı. İstanbul’da ne kadar zifos varsa, sanarsın ki hepsi Çaça Mahmut’un yerini açmasını bekliyo! Her tür kakanoz, soluğan, dizel motor, armatör doluverdi oraya. Ondan dolayı tırakalı yerdir ama o bir kadar da lâkerda yer olmuştur.

 

Çaça, kendisi boş vermiş denizi, ama gönül boş vermez ki! Biz gemicilerin Marko Paşa’sıdır. Benim de marûzâtımı dinledi, sonra “Oğlum” dedi “aklın varsa, oturup havyar keseceğine git usta gemici sınavına gir. Yarın öbürgün işler açılır, sen de iyi bir branda bulursun.” Kaşkaval gibi görünse de, toriği çalışıyo aslında şu Çaça’nın. Gittim limana, her türlü kafa kağıdını, raporu, ıvır zıvırı topladım, sınava yazıldım.

 

Önce yazılıyı fora ettiler önüme. Birinci soru: “babadalya” neymiş? Hadi onu bildim, geçen yıl kereste yüklemiştik de öğrenmişim. İkinci soru: “babafingo” neymiş? Fe-sübhan Allah! Üçüncüsü: “kampana” neymiş? Ulan bu ne biçim sınav? Biz buraya usta gemici olmaya mı geldik, yoksa külhanbey ağzı öğrenmeye mi? Üç beş soru daha, yarısını biliyom, yarısını bilemiyom. Her neyse, bişeyler yazıp verdim. Pek ümitli değildim ama her nasılsa bir kefal tutup geçmişim. Sonra sözlüye aldılar. Bana da efendi bi zabit düştü. Herifçioğlu çirozun teki. Çiroz olmasına çiroz ama istifi iyi; tam apiko, bizim süvari gibi. Nısbî kerteriz mi, fener karakteristiği mi nedir, bir sürü karın ağrısı soruyo? Baktım bu iş öyle olacak gibi değil; “sen nasıl bu sınava girersin ulan!” diye sapartayı yiyeceğiz. Hemen “sağol baba!” deyip tornistan ettim, Çaça Mahmut’un yerine doğru demir aldım.

 

Sanırsınız ki palamutu çekmişim, öylesine orsapoca gidiyom. Aslında yok öyle bişey, kafam çakmış olmaktan bozuk! Sen kim, usta gemicilik kim? Boynundan büyük işlere kalkarsan ağzını poyraza açarsın işte böyle!

 

Tam Çaça’nın yerine varıcam, baktım önümde bir vardakosta, yalpa attıra attıra pupa gidiyo. “Ulan Mustafa” dedim kendime “bırak usta gemiciliği falan. Şöyle bir gacoya uskumru oldun mu, köşeyi döndün demektir. Bir daha sırtın yerine gelmez!” Durum vaziyeti bir iskandil edim diye pergelleri açtım hemen, suyuna takıldım. Tam aborda olucam, köşeden yandan çarklı bir akıntı çağanozu peyda oldu, birbirlerine palamarı vermezler mi? Meğerse onunla buluşmaya gidermiş, az kalsın herifin dalgasına taş atıp yakamoz oluyomuşuz. Hop kavanço edip Çaça’nın yerine doğru yol verdim makinaya.

 

Ulan Mustafa! Usta gemicilik, uskumruluk senin neyine? Otur oturduğun yerde, Çaça’nın bir köşesinde, bocurgat yapıp palamutunu zıkkımlan! Değil mi sayın abilerim!

 

İşte durum vaziyetler böyle! Hepinize selâmlar eder, büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperim.

 

Ağzı poyraza açık, gemici Mustafa.

Çaça Mahmut’un yerinde demirde yatar.

 

Hamiş: Durumu siz de çakallayasınız istedim ama denizci argosunun ucunu biraz fazla laşka ettim galiba. Gerçi birçoğunu bilirsiniz zaten. Ama, ne olur ne olmaz diye şöylesine ufaraktan bikaç lâf ekliyim de, varsa kusurum, affola! Size karşı ayıp olur diye bazı açıklamaları komadım. Meraktan çatlayacak olan olursa, abilerim, Ali Püsküllüoğlu’nun Türkçenin Argo Sözlüğü adlı sözlüğüne bakabilir.

 

abliyi kaçırmak = ne yapacağını şaşırmak; ağzını poyraza açmak = beklediğini, umduğunu bulamamak; ahtapot = asalaklıkla geçinen kişi; alabanda = azarlama; alargada (açık deniz) durmak = uzak durmak; akıntı çağanozu = çarpık vücutlu kişi; apiko (demirin dipten koptuğu durum) = çok şık giyimli; bandırasız = serseri; bocurgat (düşey eksenli zincir ırgatı) yapmak = burnunu karıştırmak; bodoslama (geminin ön dikmesi) = vücudun en ön tarafı; borda (geminin yan tarafı) etmek = yanaşmak; çaça (balık türü) = eski, usta gemici; çiroz (kurutulmuş uskumru) = sıska kişi; dalgasına taş atmak = sevgilisine asılmak; dalgıç = hırsız; dümen = dalavere; façasını (boş su hattı ile dolu su hattı arasında kalan bölüm) açmak = yaralamak; feleği (omurga altına konan kızak kalası) şaşmak = büyük darbe yemek; flamasız = kendinden her türlü şey beklenebilen kişi; fora (açmak) etmek = çıkarmak; gargı (başaşağı) etmek = tüm parasını ortaya koymak; havyar kesmek = boş oturmak; iskandil (derinlik ölçme aleti) etmek = ağzını aramak; iskele babası (palamar bağlanan dikme) = çocuklarına bakmayan baba; istif (yük yerleştirme) = kılık; kakanoz (kekamoz, gemiye yapışan bitki ve hayvanlar) = çirkin kadın; kefal tutmak = sınavda beklemediği not almak; kaşkaval (mauna siğili) = aptal, budala; ketenpere (alt taraf, abaşo) = düzen, dolap; kontra (ıskotanın karşı yakası) gitmek = ters davranışlarda bulunmak; lâkerda = çok güzel şey; orsapoca (rüzgârüstü / rüzgâraltı) = sarhoş yürüyüşü; paçaroz (çapariz) = kağıt para; palamar (gemiyi bağlayan halat) vermek = yanaşmak; palamut = esrarlı sigara; pasaparola = dedikodu; pergelleri açmak = hızlı yürümek; poyraza çevirmek = kötüye gitmek; pupa gitmek = dosdoğru gitmek; saparta (tek bordadan top ateşi) = paylama; sipsi (gemici düdüğü) = sigara; tıraka (yükü saptırmak için kullanılan selviçe) = korku; toka (bandıra basmak) = gece hırsızlığı; toloz (tonoz) = dalavere; torpil = kayırma; torik = akıl; uskumru = jigolo; vapur (istimli gemi) = dumanlı, sarhoş; vardakosta (sahil güvenlik gemisi) = iri yapılı, alımlı kadın; yakamoz (ışık yayan ufak canlılar) olmak = yakayı ele vermek; yandan çarklı (gemi türü) = bir omzu düşük yürüyen; yelkenlemek = aceleyle koşarak gitmek; zifos (kuntra çubuğu) = aşağılık kişi.

 

 


Denizin Dili sayfasına dönmek için tıklayınız.