MUSTAFA PULTAR           DUM VENTUS EST, SPES EST



NUH'UN GEMİSİ


 

Zamanının modasına uyarak ne demiş Agehî yaşam hakkında, 1560 yılındaki kasîdesinde?

 

Orsa varsan çıkamazsın, poca gitsen girdâb

Nice kullansan, atar karaya bu keşti-yi ten.

 

Agehî’nin kasidesi gibi keştiyi (gemiyi) insanın ve yaşamın mecazı olarak kullanan birçok eser vardır edebiyatımızda. Yahya Kemal ise bunu daha da ileri götürüp

 

Artık demir almak günü gelmişse zamandan

Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan

 

diyerek ölümü “sessiz bir gemi”ye benzetir.

 

Ama gemi mecazının tersini yapmak, yani gemiyi insana benzetmek ancak denizci diline özgü bir hassadır. Denizci için gemi aynen insan gibi “baş”ı, “kıç”ı, “omurga”sı, “kaburga”sı olan bir varlıktır. Başından “bel”ine (= en geniş posta) doğru inilirken “omuz(luk)”larından geçilir. Direğinin ise “topuk”u vardır. Bazı gemiler hem “sakal”lı olur (= cıvadranın ortalarından aşağıya doğru sarkan seren), hem de “bıyık”lı (= cıvadradan kemere yönünde çıkan seren).

 

Denizcinin insana benzettiği şeyler yalnızca gemisiyle kalmaz. Onun âleminin birçok mekânı insanın uzuvlarına benzetilmiştir. Kara parçalarının arasındaki “boğaz”lardan geçilir, “dil”ler ve “burun”lar açık dönülür, “topuk”lara (= denizin dibinde birden yükseliveren sığlık) dikkat edildikten sonra limanların “ağız”ına gelinir, liman “ağızlanır”. Ağızlama döner ve yeni bir mecaz olur; nitekim, Ahmet Rasim Adalar Denizi Kılavuzu’nun giriş bölümüne “Ağızlama” adını vermiştir.

 

Denizci, gemisinde kullandığı araçların bir çok parçasını da insan uzuvlarından esinlenerek adlandırır. Örneğin, makaraların bazı parçalarını insanın “dil”ine (= makaranın dönen tekeri) ya da “yanak”ına (= makaranın yan parçaları) benzetmiştir. Kollarını açmış bir insana benzediğinden mi nedir, demirin birçok yerine verdiği isim de insan uzuvlarından kaynaklanır. Anatomik olarak yanlış olsa dahi, demirin “beden”inin ucuna “meme” denmiştir; “kol”larının ucuna ise “tırnak”.

 

Demir tırnağının ucu “gaga”dır ama o da insanda yoktur. Olsun, dert değil! Denizci dili yalnızca insandan esinlenmez ki; daha çok hayvanlardan, örneğin kuştan esinlenir. Bazı teknelerin burnu kuş gagası gibidir; Karadenizde başları değirmi kıçları aynalı bazı teknelere “gagalı” ya da “gaga burun” adı verilir. Düz kıçlı teknelerin en kıçtaki postası “kanat”tır; gemi uskurunun da “kanat”ları vardır. Örneğin koçtan esinlenir; koltuk halatlarının ve çeşitli selviçelerin volta edildiği çeliklerin adı “koçboynuzu”, kalafatçıların kullandıkları yağdanlıkların adı ise doğrudan “boynuz”dur.

 

Geçen yüzyılın ortalarına kadar, özellikle de şu GPS denen alet çıkmadan önce, geceleyin açık denizde mevki koymanın en güvenilir yolu belirli takımyıldızlardaki yıldızları, örneğin Demirkazık’ı gözlemekten geçiyordu. Burçların, yani tutulum üzerine dizili takımyıldızların çoğunun adı doğrudan hayvanlara benzetme ile konulmuştur: “Balık” (= Pisces), “Arslan” (= Leo), “Akrep” (= Scorpio), “Koç” (= Aries), “Boğa” (= Taurus), “Oğlak” (= Capricorn), “Yengeç” (= Cancer). Gerçi bugün bunlar daha çok kaderinin açıklamasını yerde bulamayıp da göklerde arayan ahmakları ilgilendiriyor, denizde arayanları değil.

 

Hayvan adlarını doğrudan kullanan denizcilik terimleri yalnızca burçlarla da sınırlı değil. Hayvanların kralından başlarsak, “arslan” cıvadranın altına baş bodoslamasının üstüne işlenen, insan başı, denizkızı ya da ejder gibi oymaların adıdır. Onun gerisindeki ırgatın baş tarafında, zinciri yuvasından kurtarmak için çatal biçiminde bir “akrep” bulunur. Zincirin birdenbire aybocu olmasını engelleyen hayvan ise “kaplumbağa”dır. Öte yandan, tirentileri ters yönlere çalışan ve birbirine bağlı iki torno (makara) dan oluşan aletin adı “ters maymun”dur. “Maymuncuk” ise ne maymunun küçüğü, ne de her tür kilidi açan alettir; direklerin dibine tespit edilmiş ve üzerinde çeşitli selviçeleri toka etmek için çelikler bulunan bir bitadır. Filika mataforalarının dik ventosunun donatıldığı ve çanaklıkların altında yer alan kamçılı tornoya ise “kertenkele” denir.

 

Makara

Kuş, denizcinin yaşamında çok önemli yeri olan bir hayvandır. Denizde ona eşlik eder, karaya vardığının haberini verir, yalnızlığını giderir. Sait Faik, “Ermeni Balıkçı ile Topal Martı” başlıklı öyküsünde şöyle diyor: “Topal martı ile balıkçının konuştukları bile görülmüştür. ... Raviyân-ı ahbâr (haberleri rivâyet edenler) işbu muhavereyi (konuşmayı) şöyle naklederler”. Bunlardan dolayı da kuşların denizci dilinde önemli yeri vardır. Örneğin, en güzel öteninden başlayalım: Palangaların rigavolarının (= sabit çıma) makaralara bağlandığı radansa ya da kasalara “bülbül” denir. Kuşların göçleri sırasında oluşan fırtınalar da o kuşların adları ile anılır: “Çaylak”, “Kuğu”, “Leylek”, “Bıldırcın”, ve “Turna” fırtınaları gibi. Akdeniz’in bir de “Kırlangıç” Fırtınası vardır ki, Allah düşürmesin! Ama kırlangıcın kendisi, fırtınası gibi korkunç değildir. Denizci bir kuştur; hem de edeplidir, olur olmaz cıyak cıyak bağırmaz. Ondan dolayıdır ki denizci onu benimsemiş, örneğin Osmanlı donanmasında keşif ve karakol işlerinde kullanılan yelkenli teknelere “kırlangıç” demiştir.

 

Ama her kuş kırlangıç gibi edepli değildir. Tekneler limanlarda bağlıyken martılar, karabataklar gelir, gurcatalarına konar, güvertelere bir güzel pislerler. Denizcinin canını sıkan kuşlardan biri de kargadır, gak gak ötüp durur. En sevdiği yer de direklerin tepeleridir. Ondan olsa gerek, eski gemilerde direklerin üzerine gözcülerin çıkarıldığı yerlere “kargayuvası” denirdi. Bir de karganın burnuna takılmışızdır ki ona da bir iş bulunmuştur: “kargaburun” bildiğimiz el aletidir ve salmastraları yuvalarından çıkarmakta kullanılır. “Karga” deyiminin bir başka anlamı daha denizci tarafından kullanılır ama kuştan gelme değildir; Venedikçe “carga!” (= getir!) nın günümüzdeki söylenişidir. Nitekim, “kargatulumba” deyimi dilimize bu anlamdan gelmedir. Teknelerin bir diğer başbelası da kekamozdur ki, arada sırada “karınca”lanan “pervane” (= ufak bir gece kelebeği) de ondan nasibini alır.

 

Doğrudan kullandığımız hayvan isimlerinin arasında bir de “kuzucuk” da var. Ufak dalgaların kırılmasıyla denizin yüzüne yayılan bu olaya, Anglo-saksonların “beyaz at” dediğini, kuzucukları yaratan cıvarnaların ise Venedikçe “oğlak” sözünden geldiğine daha önce değinmiştim.

 

Denizcinin diline hayvanların kendileri kadar çeşitli hayvanların bazı uzuvları da doluşmuştur; hepimizin en yakından tanıdığı “kurtağzı”gibi. Kaz her nedense bunların arasında ön sıralarda yer alıyor. “Kazboynu”nun (= bumbayı direğe bağlayan ve iki yöne hareket edebilen menteşe) o adı teşbihle aldığı açık. Balon bumbasını terazileyerek üst askıya bağlayan selviçe gibi çatal donanımlara da “kazayağı” diyoruz. İkinci sırada domuz var. “Domuz ayağı” savaş gemilerinde toplardan mermileri çıkarmak için kullanılan bir tür maşa. Biz daha çok “domuz tırnağı”nı biliyoruz ki bu da bosa tutmak için zincire takılan bir kancadır. Palanganın diğer ucu da belki bir “mandagözü”ne (= tek delikli boğata) bağlanmıştır.

 

Artık bu kadar hayvan lâfı yeter. En iyisi biz bu Nuh’un gemisine binip, hep beraber pupadan bir “ayıbacağı” seyre çıkalım. Rüzgârımız bol olsun; bizi gören Fransızlar da “Aa, kelebek!” (papillon), ingilizler “Aa, kanat kanada!” (wing and wing), ispanyollar ise “Aa, eşek kulağı!” (orejas de burro) desinler.


Denizin Dili sayfasına dönmek için tıklayınız.