MUSTAFA PULTAR           DUM VENTUS EST, SPES EST



YENİ KOMŞULAR


 

Bu yaz bizim mahalleye yeni komşular taşındı. Eski yıllarda mahalle sekenesi daha çok yarasalardan, serçelerden, sakalardan, karatavuklardan, kumrulardan oluşurdu. Bu kez yeni bir pilot ailesi, kırlangıçlar gelip yerleşti.

 

Yerleşti dediysem kumrular gibi öyle yerlerinde duran kuşlardan değil bunlar. Öyle bir zerafetle, öyle ustalıkla uçuyorlar ki değme akrobasi pilotu ellerine su dökemez bunların. Akşam üzeri içkimi alıp, büyük hayranlıkla onları seyre dalıyorum. Minik kanatlarını üç beş kere çırpıp arşa doğru tırmanıyor, rüzgârın sırtına binip bir süre hareket etmeden süzülüyorlar. Sonra birden dalışa geçip bütün mahalleyi boydan boya geçiveriyorlar, yıldırım hızıyla. Tam çalıların içine düşeceklermiş sandığımda çatal kuyruklarını alabanda edip aynı hızla yine göklere çıkıveriyorlar. Onlara dalıp gittikçe Yahya Kemal'in Çin Kâsesi adlı şiirinden şu dizeler çalınır oluyor gibi kulağıma:

 

Kırlangıç

Bahârın neş’esinden

Uçan kuşlarla eğlen

 

Ve kırlangıçlarıyle,

Semâ dalgıçlarıyle,

 

Ya mektup yolla Çin’den,

Ya gel hulyâm içinden.

 

Kırlangıç aslında bir kara kuşu. Asya'nın göbeğinin ortasında bile kayda geçmiş: Kaşgarlı Mahmud, Divan-i Lûgat-it Türk adlı sözlüğünde ondan karlıgaç ya da kargılaç diye söz ediyor. Ama muhteşem bir uçucu olması, adının yanlızca kendine özgü olarak kalmayıp, uçsun uçmasın, her tür şeye bulaşmasına da yol açmış.

 

Uçan Kırlangıç

Örneğin, "uçan kırlangıç". Kırlangıçtır, tabii uçar demeyin, bizim pilotların bu akrabaları bir balık. Uçması da öyle havada pike yapmasından değil, kuş gibi kanatları olup da suyun içinde uçar gibi dolanmasından. Göğüs yüzgeçleri tavus kuşunun kuyruğu gibi, kocaman, rengârenk. Aynen tavus kuşunun kuyruğunu açması gibi, o da yırtıcı bir balıkla karşılaştığı zaman kanatlarını birdenbire açarak onu korkutabiliyor. Ya da, nadir de olsa kaçmak için sudan hızla fırlayıp havada 3-5 saniye uçabiliyor. Dipte dolanırken, kanatlarının altındaki dokungaçlarını kullanarak yiyeceklerini buluyor. Bilimsel adı Dactylopterus volitans, ilk sözcük "parmak kanatlı", ikincisi ise "uçan" demek. Kanatlarının kılçıklarından dolayı neden parmak kanatlı olduğu anlaşılıyor. Kırlangıçlığı ise kuşluğundan değil de başka bir balığın emmioğlu olmasından.

 

Uçan kırlangıç, uçankırlangıçgiller (Dactylopteridae) ailesinden. Bir de aynı takımdan kuzenleri olan kırlangıçgiller (Triglidae) ailesi var ki onlar hem daha kalabalık, hem de biraz daha tanıdık: kırlangıç, öksüz, mazak, antenli kırlangıç gibi. Benim sözünü edeceğim, balıkçı çavalyelerinde gördüğümüz, çorbasını içtiğimiz, mayonezlisini yediğimiz "adi kırlangıç": Chelidonichthys lucerna. Chelidon çeşitli dillerde tam da "kırlangıç" demek, ichthys ise Yunanca "balık"; yani sonuçta "kırlangıç balığı" bu balık. İtalyanca lucerna ise ne demektir dersiniz? O da "kırlangıç balığı" demek. Yani çifte dikişli kırlangıç bu balık.

 

 

Kırlangıç

Kırlangıcın benim balık dünyamda özel bir yeri vardır. Rahmetli babam sabahları evin önünden sandalıyla açılır ve kırlangıç avlama derdine düşerdi. Uzun oltasının zokasına bir akyem takar, kürekle oradan oraya dolaşıp kırlangıç arardı. Bazan beni de yanına alırdı, kürek çekeyim diye. Kırlangıçların çift çift dolaştığı rivayet olunur. Babam da bu rivayete inanır, birini yakalayınca, aynı yerlerde günlerce gezinirdi. O arada yakalanan pisi, dil, vatoz, trakonya gibi dip balıklarının haddi hesabı yoktu tabii, ama babam onları balıktan saymazdı. Onun için balık dediğin kırlangıçtı. Herhalde yakalandığı zaman salına salına gelirken mavi kanatlarını açıp da süzülerek dolanmasına aşık olmuştu.

 

 

Volitan

Uçan kırlangıç aşağılarda uça dursun, bir "uçan" da denizin üstünde var. Daha doğrusu kağıt üstünde var, inşallah bir gün gerçekten uçacak. 2007 yılında, ODTÜ öğretim üyesi ve endüstri ürünleri tasarımcısı Dr.Hakan Gürsu ve ekibinin bir gemi tasarımı, ulaşım ve denizcilik dallarında IDA (International Design Awards - Uluslararası Tasarım Ödülleri) birincilik ödülünü aldı. Geminin adını Volitan koymuşlar, Latince volito fiilinden "her yöne uçan, süzülen" demek. Yalnızca güneş ve rüzgâr enerjisini kullanarak uzun süre 18-20 knot hızla yol alacağı öne sürülüyor. Ama, parlak fikirlerin cazibesine kapılarak yapılan birçok tasarımın da başına geldiği gibi onun da iddialarını gerçekleştiren bir gemiye dönüşebileceğini pek sanmıyorum. Biraz mühendislik hesabı yaparsanız, bunun pek kolay olmadığını, güzel bir rüya olduğunu hemen anlarsınız.

 

Kırlangıç Maketi

Öte yandan, yıllar önce gerçek olan başka kırlangıçlar vardı, ama zamanla ortalıktan çekildiler. Osmanlı donanmasının hafif gemileri arasında, çekdiri sınıfından "kırlangıç" denilen, çekeleveden büyük ve firkateden küçük bir gemi vardı. Savaşta karakol hizmetlerinde ve sığ yerlere ihraç hareketinde, genelde muhabere işlerinde kullanılırdı. Küreklerinden her biri 2-3 kürekçi ile çekilen 10-16 oturaklıydı ve bütün mürettebatının mevcudu yüz kadardı. Aynı zamanda hızlı giden yelkenli bir nakliye gemisi olarak da Karadeniz'e mal ve mühimmat işlerinde kullanılırdı.

 

Bir de saray kadınlarının bindiği kayıklar vardı ki bunlar da "kırlangıç" adını alırdı. Hafif, yelkenli ve saray kadınlarının zerafetine yakışır, seri yollu teknelerdi.

 

 

 

Gelidonya, Şildan ve Scylax

 

Kırlangıcın adı her yere bulaşıyor dedim ya, yabancı dillerdeki adı Chelidon da gelmiş, Antalya Körfezi'nin güneybatı ucundaki buruna bulaşmıştır. Bu burunun adı Gelidonya Burnu'dur, önündeki adaların adı da Şildan Adaları. Bu adların ikisi de doğrudan kırlangıçtan gelmedir. Neden mi? Onu da şu meşhur bofor ıskalasını icat eden İngiliz amirali Beaufort anlatsın. 1806 yılında yazdığı Karamanya adlı anılarında bu adalardan söz ederken şöyle diyor: “Bu adaların adı buraya sıkça yerleşen kırlangıçlardan geliyor: Shelidan = Celidoni = Chelidoniae. Ama biz oradayken kırlangıçlar ortada değildi. Daha önce, daha batıda olduğumuzda büyük sürüleri üstümüzden geçti. Güneşin batışına doğru serenlerimizin ve armamızın üstüne tünediler, hatta bazıları kamaralara bile girdiler”.

 

Milât civarında yaşayıp da bizim diyarların coğrafyasından söz etmiş Amasyalı Strabon'u bazılarımız duymuştur, hatta okumuştur. Ama çoğumuz ondan altı yüz yıl önce yaşamış olan bir gezgini, Salih Adalı Scylax'ı duymamıştır. Pers imparatoru Büyük Darius, onu İndus nehrini keşfetmekle görevlendirmiş; o da nehirden aşağı inmiş, nehrin ağzından çıktıktan sonra Arap Körfezi'ni geçip Kızıl Deniz'den yukarı çıkarak Süveyş'e kadar gelmiş. Bulgularını Darius'a sunarken doğu Akdeniz kıyılarından, Girit Adası'ndan da söz etmiş. Gerçi o zaman yazdıkları ortada yok ama ondan iki yüzyıl sonra yazılmış olan Pseudo-scylax adında bir periplus (kıyılar boyunca var olan yerleri anlatan bir kitap) hâlâ ortalarda dolaşıyor. Orada Scylax, Chelidoniaea adıyla Gelidonya burnundan ve adalarından söz ediyor.

 

 

Skylax ve Sahibi

 

Ben de geçtiğimiz bahara kadar Scylax'ın adını duymamıştım. Nisan ayında birgün YachtWorks'te Yusuf ve Can beylerle sohbet ederken hafif sakallı, sarışın bir adam çıkageldi. Son olarak Malezya taraflarından yola çıkıp tam da Scylax'ın rotasından Turgutreis'e kadar gelmiş. Üstelik de teknesinin adı da Skylax imiş. İyi mi? Böylece oracıkta Scylax'ı da öğrenmiş oldum onun sayesinde.

 

Skylax'de Heikell

Aslında yalnız o gün değil, çok daha önceleri, ben ondan kıyılarımız hakkında pek çok şey öğrenmiştim. Seksenli yıllarda Marmara ve Ege kıyılarında dolaşırken, adam gibi başka bir kılavuz bulamadığımdan, onun kitabını kullanmıştım: Turkish Waters and Cyprus Pilot adlı kılavuzunu. Yedinci yayımı 2008 yılında Türkçe'ye çevrildi ve Türkiye ve Kıbrıs Deniz Kılavuzu adıyla Denizler Kitabevi tarafından yayımlandı. İngilizcesi şu sıralarda dokuzuncu yayımına varmış durumda.

 

Bu sarışın adamı tanıdınız, değil mi? Rod Heikell; bizim ailedeki adıyla Çubuk Heykel.

 

O akşam, Yusuf beylerin daveti üzerine Rod Heikell ve eşi Lu (Lucinda) ile bir rakı sofrasında beraber olduk. Türkiye kılavuzunu kullandığım zamanlar hep Türkiye'nin antik tarihinden söz etmesine, yer isimlerini bile o zamanlardan kalan isimlerle vermesine hep için için kızmıştım. Neden böyle davrandığını o sohbetimiz sonunda anladım.

 

Lu ile Rob

Rod bir kiwi, yani Yeni Zelandalı. Üniversite okumaya İngiltere'ye gidiyor ve orada kendini tarih ve arkeolojiye kaptırıyor. 1975-78 yıllarında 6 metrelik kontraplak teknesi Roulette ile cazibesine kapıldığı antik diyarları, yani Yunanistan ve Türkiye kıyılarını dolaşıyor. Zaten son teknesinin adının Skylax olması antik merakını göstermiyor mu? Kiralık gezi teknelerinde çalışıyor ve insanların buralar hakkında pek de bir şey bilmediklerinin farkına varınca çeşitli gezi notları tutuyor. Sonra bu notlarından kitaplar yazmaya başlıyor. Ve el netice: Sürekli yenilenerek tekrar tekrar basılmakta olan, çoğunluğu Akdeniz hakkında 20 gezi ve kılavuz kitabı. Bu işle o kadar meşgul ki kışlarını Londra'da oturup bu kitapların düzeltmeleri, güncellenmeleri ve yeniden yayımları ile uğraşıyor.

 

Çubuk Heykel'in hayat hikâyesini, maceralarını, yazdıklarını anlatmak bana düşmüyor. Çünkü kendisinin bunları yazdığı, bir Facebook sitesi var. Yalnızca gezileri ve gezdikleri yerlerle ilgili değil bu sitedekiler: Telsiz, yemek tarifleri, deniz canavarları, donanım, korsanlar, dev istiridyeler, süpertankerler, dünyanın her köşesinden açıklamalı Google Earth haritaları, iklim değişikliği, kısacası denizle ilgili aklınıza gelebilecek hemen hemen herşey! Herşey dahil komple bir denizci sitesi. Yakında da Akdeniz hakkında Mediterraneo diye özel bir bölüm açmayı planlıyor.

 

Yemek sırasında Rod, web sitesine Türkiye'den girilemediğini, sitenin yasaklı olduğunu söyledi. Hem inanamadım, hem de biraz utandım; ama bakınca gerçekten de öyle olduğunu gördüm. "Mösyö Heykel" dedim "Burası Türkiye, herşeyi öyle kolay kolay göremez, öğrenemezsiniz. Bizim için nelerin iyi olduğuna, neleri görebileceğimize, neleri öğrenebileceğimize birileri kendi aklına göre karar verir. Bizlerin kendi köşesinde oturan, dünyada olup bitenlerden bîhaber, suspus, uslu kişiler olmamızı isterler. Sizin siteniz neden yasaklanmış diye soruyorsanız, onu bir tek rufailer bilir".

 

Yine de bizim hesabımıza birileri bazı kararlar vermiş olmalı ki şu sıralarda siteye erişebiliyorsunuz. Ama ne olur ne olmaz, yine birilerinin aklına eser kapatıverirler. O zaman siz de illâ ki görmek isterseniz, siteye erişebilmenin sırrını sayın Başbakanımız'dan öğrenebilirsiniz.


  Çilingoz'un Portucu sayfasına dönmek için tıklayınız.