MUSTAFA PULTAR           DUM VENTUS EST, SPES EST



TECHNE'DE


 

Günbatışına Doğru

Rüzgâr yıldız kerte karayelden fırışka esiyor, borina seyrindeyim. Teknenin rüzgâraltına oturdum. Güneş başomuzluktan batıyor, onu seyre daldım. Joshua Sclocum muydu "yelkencilik yüzde on keyif, yüzde otuz endişe, yüzde altmış da angarya" diyen? İşte o yüzde onluklardan birinin tadına varıyorum.

 

Fenikelilerin de denizde seyir sorununa buldukları çözüm, benim bugün kullandığım çözümün aynısıydı. Bir tekne yap, üstüne bir yelken oturt ve rüzgârın etkisinden yararlanarak tekneyi yürüt. Aradan binyıllar geçtiği halde bugün kullandığım techne de aynı. Belki biraz daha verimli, daha dayanıklı, daha güvenli, daha fiyakalı. Ama farkı o kadar, sorunun çözümünde esastan bir değişiklik yok.

 

Martin Heidegger

Martin Heidegger, techneyi (teknolojiyi) anlamanın, ancak onun beş varlıksal öğesini kavramakla mümkün olacağını söylemiş; sanki benim teknemi düşünerek demiş. Hangisini kavramak istersen örneği burada var: teknik araçların bağlamsal bütünlüğü de var, tüketilen ürün de; doğal kaynakların kullanımı da var, bilgi de var, öznellikler arası dizgeler de.

 

Güverte üstü, bir sürü teknik araçla dolu: ırgatlar, koçboynuzları, tornolar, arabalar, çarmıklar, istralyalar, selviçeler. Havuzluğun duvarında pusula var, rüzgâr göstergesi var, GPS ekranı var. Aşağıda kamarada sekstant var; sis borusu var, Allen anahtar takımı var. Aslında bunların her biri ufak bir soruna çözüm olarak doğmuş bir ürün. Ama bu araçalar birbirleriyle öylesine bağlantılı ki, yelkenli teknede oluşturdukları bütün olmazsa, ben bu tekneyi yürütemem. İşte yelkenin technesi dediğimiz şeyin bir varlıksal özelliği bu.

 

Yelken technesi, çevremi mekânsallaştırmamı sağlıyor. Marina, mendireğiyle, tersanesiyle, pontonlarıyla, duşlarıyla benim yaşam mekânlarımdan biri. Fırsat buldukça teknemle geziyorum, dünyalar benim oluyor. Yeni koylara demirliyor, yeni limanlara, yeni balıkçı barınaklarına bağlıyorum. Bazan yarışa giriyorum, başka tekneleri geçmeye çalışıyorum. Bu eylemlerin hepsi yelken technesiyle kullandığım insan ürünleri.

 

Teknemdeki araçları üretenler, doğadaki çeşitli maddeleri tükettiler. Benim dolaylı olarak o kaynakları tükettiğim yetmiyormuş gibi bir de doğanın enerjisini de tüketmem gerek: rüzgâr esecek ki, yarışabileyim. Ben, haydi neyse yalnızca rüzgârı tükeyiyorum. Bir sürü densiz ise motoryatlarıyla yeri göğü inletip, havayı kapkara dumanlara boğarak doğanın sınırlı enerjilerini tüketiyorlar. Onlara ne demeli?

 

Yelken işinde bir sürü yöntem ve yordam bileceksin ki tekneyi yürütebilesin. Geniş apaz seyrederken dalganın bindirdiğini kolunla duyumsayıp yekeye asılacaksın ki tekne yalpaya düşmesin. Boci tiramolada yelkeni kavança ederken kafanı kollayacaksın ki bumba bir bomba gibi beynini dağıtmasın. Cenova ıskotasını vince saat yönünde saracaksın ki vinç işlesin. Düşünmeden, farkına varmadan yapacaksın bunları. Bu meleke türü yordamları ben nasıl mı öğrendim? Yalpaya düşe düşe, parmaklarını vince sıkıştıra sıkıştıra tabii. Bir de okuyarak öğrendiğim şeyler var. Rüzgâr hafifse yelkenin torunu artırırsın ki hava akımı laminer olsun. Yelkenlerin trimini iyi yapmalısın ki tekne bayılınca orsaya kaçmadan rahat yürüsün. Nerden mi biliyorum? Aşağıda kamaradaki kitapların arasında Czeslaw Marchaj'ın Aero-hydrodynamics of Sailing'i duruyor. Dünyada bir sürü yelkencinin öğrendiği gibi ben de oradan öğrendim.

 

Bu akşam öyle tek başıma seyrettiğime pek bakmayın; aslında çoğu zaman teknede tayfalık edenler olur, çoluk çocuk, arkadaşlar falan. Onların dışında da başka birçok özneye bağlıyım, bağımlıyım. Bir zamanlar "sen bu işi kıvırabiliyorsun galiba" diye elime bir amatör denizci ehliyeti tutuşturdular. Teknem liman idaresince belgeli, limana her giriş çıkışımda birilerine haber veriyorum. Birazdan güneş batınca kayalıklardaki, burunlardaki, kanallardaki fenerler yanacak, birileri bunların yanmasını sağlıyor. O kayalardan birine oturup dibi buldursam, telsiz ile Sahil Güvenlik'ten yardım isteyeceğim. Yarın yarış var; bu sefer kaydımı yaptırmayı unutmadım. Kulübün sekreteri, bu yarış işlerini doğrusu çok güzel düzenliyor. Üstelik de trofe baloları hem eğlenceli hem de keyifli geçiyor, tabii trofeyi alanlar için.

 

Yoksa Heidegger de teknede, borina seyrinde, başomuzlukta güneşin batışını gözlerken mi başlamıştı techneyi kavramaya?

 

  Teknik Meknik sayfasına dönmek için tıklayınız.