VAR VARANIN, SÜR SÜRENİN Sevgili mezunlar, değerli konuklar, Şu kapıdan girdiniz, beş altı yıl oluyor, Keyfi kekâ veliler, oturmuşlar oraya, Böyle güzel bir günde, konukları sıkamam, Efendim! Yollar saçak, sular pürçek, Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, memleketin birinde, hali vakti yerinde, bir karı kocanın nurtopu gibi bir çocukları olmuş. Parmakları yumuş yumuş, yüzü pembe gül gibi, tombiş bir oğlan çoçuğu imiş. Nineler, dedeler gelmişler, bakmışlar bunun adı olsa olsa Güloğlan olabilir demişler. Herkesin kendi çocuğu dünyanın en güzel, en zeki çocuğudur ya, Güloğlan da öyle, dünyanın en güzeli, gözleri fıldır fıldır, dünyanın en zeki çocuğu imiş. O kadar zeki imiş ki, yattığı minderin altına sigara kağıdı koysan, minderin yerden yükseldiğini anlayıverirmiş. Anası babası Güloğlana el bebek, gül bebek bakmışlar, kuştüyü yataklarda yatırıp, maşallahlar takmışlar. Gak demiş yağ vermişler, guk demiş bal vermişler. Gel zaman, git zaman, Güloğlan serpilmiş, büyümüş, olmuş civan gibi bir delikanlı. Olmasına olmuş ama pek de havaî olmuş. Aklı hep oyunda, fikri hep oynaşda imiş. Anası babası bakmışlar ki olacak gibi değil, biz bunu yağla balla büyüttük, ama aklı biraz cılız kaldı galiba deyip, tutmuşlar hocalara vermişler, alın bunu adam edin, aklını göğe erdirin diye. Hocalar, kimi kerli ferli kimi zıpır mıpır, kimi yaşlı başlı kimi karakaşlı, kendi halinde adamlarmış. Rütbeleri siyah kerteli, yakaları elvan kadifeli, boz rengi cüppeler giyer, işliklerden dersliklere seğirtir, büyük lâflar ederlermiş. Güloğlan gak demiş diferansiyel denklem vermişler, guk demiş Hamilton-Jacobi teoremi vermişler. Güloğlan kimdir diye sormuş, Lukacstır demişler, Heideggerdir demişler, Le Corbusierdir demişler, nedir diye sormuş yapısalcılıktır demişler, harmonik osilatördür demişler. Böyle gak guk diye diye, paleografi, Modigliani-Miller teoremi, postmodernizm diye diye yıllar geçmiş, devran dönmüş, günlerden bir gün hocalar ana babayı çağırıp gelin Güloğlanınızı alın, hem aklı dolmuştur hem de ruhu taşmıştır demişler. Artık adam olmuştur, aklı göğe ermiştir diye kara cüppeler giydirip, törenler yapmışlar. Postmodern masallar anlatmışlar. Hep beraber kırk gün kırk gece düğün dernek eylemişler. Onlar ermiş muradına demek gerekiyor burada. Ama, hele bir yol durun bakalım, öyle kolay kolay kerevetlere falan çıkmak yok. Babası demiş ki: Gel bakalım Güloğlan! De bakalım ne dersin, şimdi hayatta nedersin? Vallahi pederim, bilmem ki ne ederim! Kafama doldurdular bu diferansiyel denklemleri, Derridaları, paleografileri! Hendeği aştım, aşırdım, ama ne edeceğimi de şaşırdım demiş Güloğlan. Ne de olsa babası bilge adammış, O zaman demiş al sen şu beş kuruşu, var gez şu yalan dünyayı, anla Hanyayı Konyayı. Güloğlan akşamdan çıkınını derler. Erken yatıp seher vakti yola düşer: Tepelerden yel gibi Maçin diyarının padişahı halkının mutluluğu için bir yol yaptırmışmış. Ama yolu açmadan önce bir yarışma düzenler. Ortaya yüz adet çil altın koyup yolumdan en güzel geçen kişi bu altınları kazanacak diye duyurur. Herkes, düşüne taşına, başını kaşına kaşına, birbirine Yahu! Yoldan güzel geçmek nasıl ola ki? diye sorar. Kimisi elvan renkli yaldızlı, kimisi som Mercedes yıldızlı arabalara binerler. Kimisi sırtına gümüş sırma kaftanını, kimisi ayağına NikeID spor pabucunu geçirir. Herkes kendine göre yoldan şöyle bir güzel geçip padişahın karşısına dizilir. Dizilirler ama hep bir ağızdan derler ki: Padişahım! Yolun çok güzel olmuş! Olmasına olmuş ta, orta yerinde bir moloz yığını var, hep ona takılıp takılıp düştük diye şikayet ederler. Derken, efendim, üstü başı yırtık pırtık, yüzü gözü yara bere içinde Güloğlan çıkagelir. Elinde de bir kese. Padişahım, kusura bakma! Yolda bir moloz yığını vardı. Başkaları takılmasın, şunu temizleyivereyim derken vakit geçmiş, geç kaldım. Molozun altından da bu kese çıktı, olsa olsa yolu yaptıranındır diye keseyi padişaha verir. O zaman padişah keseyi açar, içindeki çil altınları çıkarır, herkese gösterir. Der ki: Yol ne yolu olursa olsun, ister benim yolum, ister hayat yolu. Bir yoldan en güzel geçen kişi, ardından gelecekler için o yoldaki engelleri kaldıran kişidir. İşte onun için de bu ödülü Güloğlan kazanır diyerek keseyi ona verir. Güoğlan keseyi alır, padişahın eteğini öper. Der ki: Yolların daim, hükümetin kaim olsun padişahım! Ama kusurumu affeyle, ben kalamam! Benim kaderimde bu yalan dünyayı dolanmak yazılı. Güloğlan akşamdan çıkınını derler. Erken yatıp seher vakti yola düşer: Konaraktan göçerekten Ol memleketin sultanı da aklı başında bir adem imiş. Halkının mutluluğunu düşünür, başarılı olanları ödüllendirirmiş. Bu maksatla da yeni bir makam kurmuşmuş. Makama kimin oturacağını belirlemek için bir sınav düzenler. Duyurur ki: Bu makama, neden kendisinin en çok yaraşacağını anlatan kişi gelir oturur. Herkes düşüne taşına, başını kaşına kaşına, birbirine Yahu! Makama yakışmak için ne yapmak gerekir ki? diye sorar. Biri meydana çıkar der ki: Benim atlarım var, katlarım var, yatlarım var. Hisse senetlerimin, tahvillerimin desen haddi hesabı yok. Hergün katlana katlana büyür. Senden başka, sultanım, bu dünyada benden güçlü kimse yoktur. Onun için bu makama en çok ben yaraşırım. Sonra bir başkası gelir der ki: Benim askerlerim var, uçaklarım var, lalalarım var, uşaklarım var. Dediğim dedik, buyruğum buyrukdur. Yola gelmeyeni altederim, gider ırak ülkeleri fethederim. Herkes önümde tir tir titrer. Senden başka, sultanım, bu dünyada benden güçlü kimse yoktur. Onun için bu makama en çok ben yaraşırım. Derken, efendim, üstü başı yırtık pırtık, yüzü gözü yara bere içinde Güloğlan çıkagelir. Sultanım, kusura bakma, geç kaldım. Gelirken yolda yıkık bir han gördüm. Dibinde de aç sefil birçok gariban, yalınayak başı kabak birçok çocuk. Maçin padişahının verdiği altınları da kattım. Hep beraber hanı tamir ettik. Şimdi gelen geçen handa kalır, yuvunur, dinlenir. Hancının da, aşçının da, tımarcının da hepsinin işi vardır. Çoluğun da çocuğun da karnı toktur, derdi yoktur der. O zaman sultan, Güloğlanı makam koltuğuna oturtur. Der ki: Makam, ne makamı olursa olsun, ister benim makamım, ister hayat makamı. Bir makama en yaraşan kişi, o makamın insanlara vereceği mutluluğu düşünen kişidir. İşte bu sınavı da Güloğlan onun için kazanır. Güloğlan sultanın eteğini öper. Der ki: Makamların daim, hükümetim kaim olsun, sultanım! Ama kusurumu affeyle, ben kalamam! Benim kaderimde bu yalan dünyayı dolanmak yazılı. Güloğlan akşamdan çıkınını derler. Erken yatıp, seher vakti yola düşer: Az gider, uz gider Yemen yeri alış veriş yoludur, binbir türlü adem ile doludur. Çarşı yeri sazlık samanlık, öte yanı da tozluk dumanlık. Bir yanında demirciler demir döğer deng ile, bir yanında boyacılar boya boyar binbir çeşit reng ile, bir yanında Ali-i osmanî devleti Urus ile ceng eder, top ile tüfeng ile. Derken, efendim, üstü başı yırtık pırtık, yüzü gözü yara bere içinde Güloğlan çıkagelir. Çarşı pazar dolanırken, bakar ki aksakallı ademin biri havuzdan suyu tasla alır, ona buna dağıtır. Dağıttığı su bildiğin su desem, değil! Tastaki sular birdenbire altın kesiliverir. Üstelik de havuzun suyu değil azalmak, çoğalır durur. Aklı şaşan Güloğlan, gider adama der ki: Kolay gele Adem Baba! Bu ne biçim iştir, bu ne biçim sudur. Hem altın kesilir, hem de çoğalır durur. Bunun kerameti nerdedir? diye sorar. Adem Baba bakar Güloğlan hem delikanlı, hem de yeni mezun. Der ki: Bak oğlum! Bu su bildiğin bir sudur, ama sihirli bir sudur. Adına bilgi derler. Çoğaltmazsan akar gider, dağıtmazsan kokar gider. Dağıtırsan altın olur, ardı arkası kesilmez. Güloğlan, suyunu alır, Adem Babanın elinden öper. Der ki: Suların daim, bilgeliğin kaim olsun, Adem Baba! Ama kusurumu affeyle, ben kalamam! Benim kaderimde bu yalan dünyayı dolanmak yazılı. Güloğlan akşamdan çıkınını derler. Erken yatıp, seher vakti yola düşer: Ha şurda dur, ha burda dur, Babası der Hoş gelmişsin Güloğlan! De bakalım ne dersin, şimdi hayatta nedersin?. Güloğlan başından geçenleri teker teker anlatır. Babası dinler dinlemesine de, dinleyip de ne mi der? Uzatmayalım kâmeti, kopartırız kıyameti. Ben kâhin değilim ki bileyim babasının ne dediğini. Siz olsanız ne derdiniz? İşte o da sizin derdiniz! Varın, onu da siz uydurun. Var varanın, sür sürenin, Gökten üç elma düşmüş; biri Güloğlana, biri dinleyenlere, biri de bana. Akademik Şeyler sayfasına dönmek için tıklayınız. |
||||