MUSTAFA PULTAR           DUM VENTUS EST, SPES EST



AKDENİZ VE MARMARA DENİZİ KILAVUZLARI


 

Akdeniz Kılavuzu

Yıl 1341 yani 1925. Cumhuriyet yönetimi artık Ankara’ya yerleşmiş, kırk yaşlarındaki kahramanımız Kaymakam Ahmet Rasim de her denizcinin bir ara başına geldiği gibi çok sevdiği sulardan ayrılarak genelkurmay deniz harekât dairesi başkanı görevine gelmiştir. Denize olan sevgisini onun hakkında yazarak avutmaya çalışmaktadır. Çok da verimli olmaktadır; çünkü Ağustosta bitirdiği Adalar denizinin arkasından hemen Kasım ayında “çok büyük medeniyetlere şahit olmuş Anadolumuzun Bahr-ı sefide sahildar Karaman ve Finike sahillerini bahriyunumuza daha etraflıca tanıtmak maksadile” Akdenizi yazar (AkD = Akdeniz Kılavuzu: Anadolu, Karaman, Finike ve Kilikya Sahilleri. Mermeris Fenerinden Payas’a Kadar. 2. basılış. İstanbul: Deniz Basımevi, 1945).

 

Bir an için gerilere dönelim. Pirî Reis, Gelibolu’da oturmuş, Kitab-ı bahriye’sini yazmaktadır. Düşünür mü ki 400 yıl sonra bu kitap Ankara’da bir masada duracak, ‘halefen ba’de (birçok halef sonrası) halefi’ Ahmet Rasim, tüm kılavuzlarında ondan sürekli olarak söz edecek, anlattığı tüm limanların, burunların ve diğer yerlerin onun eserinde nasıl anıldığını aktaracaktır. İngilizlerin haritalarına yazdıklarının neden yalnış olduğunu, doğrularının ise zaten Pirî Reis’in kitabında bulunduğunu gösterecektir.

 

Ama iş bununla kalmaz yalnız. Pirî Reis, kitabının başına “nazm” adını verdiği manzum bir bölüm koymuş ve burada denizciliğin birçok konusundan söz etmiştir ki bu bölümlerin başlıkları şöyledir:

 

Bu fasıl keştibân ibâretince (gemici diliyle) furtunanun beyânundandur. ... Bu fasıl yillerün esâmisin (adlarını) ve tertibin beyan ider. ... Der beyân-ı pusula. ... Der beyân-ı hartı (harita). ... Bu fasıl hartınun alâmetin beyân ider.

 

Belki biraz da bundan etkilenmiş olacak ki, Ahmet Rasim, daha önce sözünü ettiğim iki kılavuzunda olmayan yeni birşeyler koyar AkD’e. Zamanının denizcilerinin meslekî konularda yeteri kadar bilgili olmadığını düşünerek bazı genel denizcilik konularında açıklamalarda bulunmak zorunluğunu duymaktadır. “Her halde genç bahriyelilerimize çok faideli bir seyir kamarası arkadaşı olacağını zannederim” dediği AkD'’in başlangıcına bu nitelikli iki kısa bölüm koymuştur. “Bulutlar hakkında” başlıklı bölümden bulutların o zamanki adlarının tahaf (cirrus), arızî (stratus), dicne (cumulus) ve buak (nimbus) olduklarını öğreniyoruz. “Bahriyuna ilânlar hakkında” başlıklı bölümde ise “Kulaç hatları bir ihtiyattır. ... Daima büyük mikyaslı haritalar istimal edilmelidir (kullanılmalıdır). ... Haritalara lüzumundan fazla itimat edilmemelidir. ... İskandillere çok ehemmiyet vermelidir.” gibi uyarılar buluyoruz.

 

AkD, Ahmet Rasim’in kılavuzları arasında en kısa olanı; ne arkeoloji merakından, ne de av düşkünlüğünden söz ediyor. Akdenizin “Karaman sahili ahval-i havaiye ve sairesi”ni anlattıktan sonra Marmaris’ten Payas’’a kadar kıyı boyunca yer alan liman ve sığınakların konumlarını, demir yerlerini, derinliklerini, yaklaşımlarını, fenerlerini ve bazan da tarihini çok didaktik bir biçimde açıklıyor. Yazdıklarını okurken, sanki Ankara’daki evinde oturmuş ta haritalarda gördüklerini yazıya döküyormuş izlenimini ediniyor insan.

 

Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda kıyıların ne durumda olduğunu belirlemek açısından Ahmet Rasim’in kılavuzları çok kıymetlidir. Örneğin günümüzün en şık ve sosyetik yerlerinden biri olan Fethiye körfezini okuyalım:

 

Fethiye halkı kasabada ancak kışın ve sonbaharda ikamet ederler ki; bu mevsimde limanı müteaddit tüccar sefaini ziyaret edip ahz ü ita (alışveriş) ederler. Fakat mevsim-i sayfın hulûlünde (yaz mevsiminin gelip çatmasında) Mayıstan Teşrinevvele kadar kasabada kimse kalmaz; çünkü, civardaki bataklıkların taaffünât-ı mütesâidesinden (çıkan kokularından) bizar olan ve sıhhatleri tehlikeye düşen halk, civar yaylâlara çekilirler. ... Boynuz bükünden sonra sahil 3 mil kadar daha şimale çıkarak Kücik (bugünki Göcek) iskelesi denilen ufak koyda nihayet bulur. Dahilde Kücik isminde bir köy mevcut olup gerisindeki tepelerin ismi Karadonun tepeleridir. Kışın burada su ve sair ufak tefek havâyic-i zaruriye (gerekli şeyler) bulunursa da yazın hiç birşey bulmak kabil değildir.  (AkD)

 

Cumhuriyetin başından beri ülkenin birçok sorunu çözülmüştür. Ama, yazlığa giden herkesin bildiği gibi, su sorunu günümüzde bile her zaman ve her yerde, daim ve kaimdir. O yıllarda da sorun olduğunu AkD’nin her yerinde görüyoruz. Örneğin:

 

Mermeris limanında sefainin su ihtiyacını temin için mevcut sulardan en müsait olanı, kasabaya 15 dakika mesafede ve eşraftan Hasan beyzade Kâmil beye ait, biri sahilde, diğeri 100 metre mesafede ve yüksekçe bir mahalde elyevm (günümüzde) harap ve metrûk iki değirmene ait mebzul (bol) sudur. Bu su, mücadele-i milliye sırasında İtalyanlar tarafından ... kendi sefain-i harbiye-i sagiresi (küçük savaş gemileri), meselâ tarassut (gözcü) ve torpito sefaini için kıçtan palamarbent olarak su ihtiyaçlarını defetmek maksadile yapılmıştır.

 

AkD’de dikkati çeken bir nokta kerterizlerin artık kerte ile değil fakat derece ile verilmeye başlanmış olmasıdır. Ancak bu kerterizler semt türünden, örneğin 192° biçiminde değil, yıldız ya da kıbleden gündoğuşu ya da batıya derece türünden, örneğin k 12º b biçiminde verilmektedir. Arada bir de Amerikan haritalarından mülhem olarak gomina yerine yarda kullanılmaktadır.

 

Marmara Denizi Kılavuzu

Ahmet Rasim’in kılavuzlarının en ayrıntılısı, en son olarak yazdığıdır. Bunun yazılış tarihini kesin olarak bilemiyorum çünkü ilk baskısını bulamadım. Ama içeriğinden 1925’den sonra olması gerektiği anlaşılıyor. (MD =Marmara Denizi Kılavuzu. 2. basılış. İstanbul: Deniz Basımevi, 1945.) Giriş bölümündeki genel bilgiler artık nerdeyse başlıbaşına bir kitap niteliğine kavuşmuştur. Bunlarla ilgili olarak “eserin mebadisine (başına) pek mütenevvi (çeşitli) malûmat-ı bahriye dercedilmiş olmakla bir külliyat halinde genç bahriyunumuzun mühim bir surette istifade edeceklerini memul (ümit) etmekteyim” diyor.

 

Söz konusu bölümlerin birincisi AkD’de olduğu gibi bulutlarla ilgilidir. "Ahval-i havaya dair beyn-el halk istidlâlât (halk arasında tahminler)” adını taşıyan ikinci bölümde ise Ahmet Rasim biraz edebiyatfüruşluğa kaçar:

Sent Matav’ın manzumelerinden biri şunu natıkdır (sözeder): Geceleyin kırmızı sema, gemicinin mucib-i mahzuziyeti (hazlanma gereği) ve sabahleyin ise haber-i küdûriyetidir (kederlilik haberidir). Şekispiyer ise şöyle der: Kırmızı fecir (gün ağarması), gemiciye kaza, tarlaya hasar, köylüye keder, geline ıztırap, çobanlara zarar ve ziyan iras eder (verir).

 

“Kamerden (aydan) istidlâlât” başlıklı üçüncü bölümde ise ilginç bir inancı aktarıyor:

 

Bahriyunun ekserisinde, kamerin içtimaa (kavuşuma) yakın olduğu zamanlar bulutları massettiği (emdiği) hakkında bir kanaat mevcut olup buna ait bir takım menakıp dahi hikâye ederler: Bir yelken gemisinin ikinci kaptanı, takımpare yelken seyrettikleri bir sırada rüzgârın üste konmasından endişe ederek kumandanı işten haberdar etmek ister. Kumandan ikinciye kamerin lem’an (parlama) edip etmediğini sorar ve müsbet cevap alınca: ‘Ay ışığı havayı yutup tüketir, sen merak etme!’ diyerek yine uykusuna dalar. Bunun üzerine ikinci de yelkenleri söndürmeden yoluna devama mecbur kalır; vakta ki, bundan çok zaman geçmeden rüzgârın şiddetinden direkler kırılıp küpeştelere albura olur. Bu defa ikinci kaptan abus bir çehre ile gelip kumandana netice-i hali bildirerek, kamerin havaya bir hükmü olamadığını fakat çubukları tamamen ve müessir (etkili) bir surette budadığını ilâve eder. (MD)

 

Bundan sonraki giriş bölümlerinde haritalardaki kısaltmalardan, gelgitlerden söz edilmektedir. En ilginç bölümlerden birinde ise 15 Nisan 1338 tarihli “rüsum-u bahriye tarifesi” ile ilgili olarak tayfa, şehadetname, mesaha, müruriye, şamandıra, demir, rıhtım, temettü, köprü müruriyesi, işgaliye, sıhhiye, tahlisiye resmi gibi bir sürü vergiyi anlatıyor. Örneğin:

 

Fener resmi: Akdeniz’den İstanbul’a veyahut arada bulunan iskelelere uğrıyan, yahut Akdeniz’den Karadeniz’e giden beş tondan yukarı bilûmum gemilerden fenerler rüsumu tarifesi mucibince fener resmi istîfâ’ olunur (alınır). Bir gemi Akdeniz’den İstanbul’a geldiği zaman beher ton için kırkpara, Karadeniz’den geliyorsa 30 para, körfezden geliyorsa 10 para verir. (MD)

 

Ahmet Rasim’in kılavuzlarını yazdığı yıllar birinci dünya savaşının sonuçlarının hâlâ ortalarda açık seçik görüldüğü yıllardır. Diğer ciltlerden farklı olarak MD’de “Çanakkale boğazı ile Marmara denizi ve İstanbul boğazında kazazede sefain leşleri” bölümünde 170’i aşkın gemi, kayık, mavna ve diğer sefainin yeri ve batma nedenleri anlatılıyor: Örneğin, Avn-üs samet bombardasının 13 Ağustos 331 (1914)de Akbaş’da düşman bombardımanından, Seyf-i asaf gemisinin 14 Teşrinsâni 331’de Burgaz adası önünde muhalefet-i havadan battığını, İnayet-i bahri gemisinin ise 30 Teşrinsani 331’de İzmit körfezinde Darıca şarkında, Eskihisar’da denizaltı gemisi tarafından batırıldığını öğreniyoruz. Bazılarının ise koordinatları bile veriliyor.

 

Cumhuriyetin kuruluşu ile beraber birçok kurumun düzeltilmesi ve yeniden düzenlenmesi de gündeme gelmiştir. Ahmet Rasim de, o dönemlerin heyecanını yaşamış her Türk gibi olup bitenlerden gurur duymaktadır:

 

1920 tarihli İngilizce rehber-i derya, kılavuzların Çanakkaleden veya İstanbul’dan tedarik edileceğini ve bu kılavuzların bazı gûna (türlü) muhataratı (tehlikeleri) davet ettiklerini ve bunlar kendilerini kılavuz diye takdim ederlerse de, bu kimselerin kılavuz olmayıp birer tercüman veya gemi ambarcısı makulesi (soyu) olduğunu herzegûyane (şaçmalayarak) bir surette kaydetmekte ise de, kılavuzluk hakkının tamamen şahadetnameyi hâiz Türk kaptanlarımızın eline geçmesinden ve birçok Yunan, İtalyan levantinlerinin römorkörcülükten kılavuzluğa çıkmış türedilerinden bu san’atın tathirinden (temizlenmesinden) sonra, değil dai-i muhatara (tehlikeye neden olan), bilâkis şan-âver (şan getiren) ve fahr (kıvanç) ü gurur-u millimizi okşayacak surette cesurane ve vâkıfane bir kılavuzluk umurunun (kurumunun) günbegün inkişafta (gelişmekte) olduğunu buraya maal-iftihar dercederiz. (MD)

 

Diğer kılavuz ciltlerinde olduğu gibi MD’de de Çanakkale boğazı, Marmara denizi ve İstanbul boğazı ile ilgili ayrıntılı yer, mesaha ve seyir bilgileri bulunmaktadır. Bunlaradan o günler hakkında ilginç bulduğum bir iki ayrıntıyı buraya aktarayım.

 

Günümüzde Öcalan’ın metazori mekân tuttuğu İmralı adası vaktiyle başka şeyleri ile meşhurmuş:

 

Ümera-yi kadime-i bahriyunumuzdan Kara Alibaba’nın zaptettiği adadır ve Pirî Reis Kitab-ı bahriye’sinde bu ada için ‘kızıl bir boz adadır’ diye tavsif eder (nitelendirir). Balıkları kesir (çok) olup, yalnız mevkien İstanbul’un cenubunda ve 30, 35 mil kadar bud-ü mesafede (uzaklıkta) ve kesir-ül hübûb olan (çokça esen) poyraz rüzgârlarının ve cenuba müteveccih cereyanların altında bulunduğu için bu gibi, şehre yetiştirilmesi âcilen elzem olan mevaddın (maddelerin) emr-i naklinde vesaitsizlik yüzünden müşkülât (zorluk) göstermektedir. Adanın bir hayli aksamı mezru (ekili) olup soğanile kesb-i iştihar eylemiştir (şöhretlenmiştir); esasen İstanbul’da Kumbağa (Kumbağı) İmralli soğanları pek meşhurdur. (MD)

 

1905 sene-i efrencisinde (frenk yılında) 13,487 nüfusu haiz olan İzmit şehrinin ahalisi kâmilen İslâm ve Dırama muhacirlerile meskûndur. Lâtif-ül manzar (görünüşü güzel) bir şehir olup Kocaeli vilâyeti merkezidir. Tabibsiz sahilî sıhhiye merkezi olmakla beraber buğu sandığını, seyyar bir etüvü ve muvazene-i hususiye (özel idareye) ait bir hastaneye dahi malikdir. Güzel bir saat kulesi, hükûmet konağının garp methalinin (girişinin) garbinde yakın bir mesafede kâin ise de Yunan işgalinde tahrip edilmiştir. Mezkûr saat kulesinin saati leylen (geceleyin) tenvir (aydınlatma) olunurdu ki; demirlemek hususunda bahriyuna iyi bir alâmet-i farika teşkil eylerdi. ... İzmit’te limana mukayyet (kayıtlı) olan vesait (vasıtalar) ve merakib-i bahriye (deniz araçları), bir tane dört tonluk motor, 3 tane iki tonluk motor, bir tane üç tonluk motor, 25 tane yarım tonluk sandal ve bir tane iki tonluk takadır. (MD)

 

Bugün Galatasaray adası olarak bilinen yer aslında bir ada değil fakat bank imiş:

 

Defterdar burnunun takriben yarım mil şimalinde ve sahil kısmında iki bank mevcut olup yekdiğerinden 1,5 gomina mesafede ve ale-t-takrib (yaklaşık olarak) sahile muvazi (koşut) vaziyettedirler. Dimi bankının cenup nihayeti bir fener kulesile işaret edilmiştir. Kuruçeşme bankının şimal nihayetinde mukaddema (eskiden) bir bina mevcut iken, halen yalnız dört duvarı kalmış ve bina mahalline Şirket-i hayriyece kömür depo edilmiştir; burası adeta bir ada halindedir. Her iki bank arasında tahminen 7 kulaçta küçük merakib-i bahriye için münasip bir demir yeri vardır ve birçok yelken gemileri burada tek demirde yatarlar ve şimale çıkmak için münasip bir hava kollarlar. (MD)

 

Selvi burnu:

 

Ehram (piramit) şeklinde bir granit taş üzerine, Türkiye ile Rusya arasında 1832’de mün’akit (aktedilen) Hünkâr iskelesi muahedenamesi hatıratını hâkî (anlatan) bir abideyi haiz bir burundur. Mezkûr hatırat metni ber-vech-i âtidir (aşağıda olduğu gibidir): ‘Burada Rus ordusuna kısa bir müddet için âsar-ı mihman-nüvâzî (konukseverlik eserleri) gösterilmiştir. Acaba bu muris ü leh (onun mirası) olan taş, o günlerin hatıratını teyid (doğrulama) ve her iki komisyon âzası da beyn-en nâdîkî (toplantı sırasındaki) rasânet (sağlamlık) ve metaneti (dayanıklılığı) muhafaza edecek ve bu hâdise dostluk tarihinde daima yâd ü tezkâr (anma) olunacak mıdır?’ (MD)

 

Ahmet Rasim, deniz harp okulunu 1903 yılında birincilikle bitirmiş ve 1929 yılında harita sınıfı kurulana kadar harbiye sınıfında görev yapmıştır. Ülkemizdeki bilimsel deniz haritacılığın öncülerindendir ve 1931 yılında Ankara’da harita genel müdürlüğünün deniz şubesini kurmuştur. Ama eski okulunu hiç unutmamış ve onunla hep gurur duymuştur:

 

Askerî mekteb-i bahriye Heybeliadanın şark burnunda kâin olup Türkiye Cumhuriyeti dahilindeki mekâtib-i âliyenin (yüksek okulların) her suretle fevkında (üstünde) bir idare-i muntazamayı haiz, tedrisatı mükemmel, talim ve tatbikatı mebzul (bol) bir meslekî dar-üt tesisdir (öğretim kurumudur). Mevcut kütüphanesi, lâboratuarları, cimnastikhanesi, sineması, imalâthanesi, fabrikası, filikacı mağazaları, dershaneleri zikre şayandır. Ciddî ve çok güzide bir mektep olmakla Avrupa mekâtib-i bahriyesinden (denizcilik okullarından) hiç te aşağı değildir. (MD)

 

Kahramanımız yazdığı kılavuzlar hakkındaki düşüncelerini ve umutlarını şöyle dile getirmişti:

 

Yirmibeş seneyi mütecaviz (aşkın) bir zamandan beri hiçbir nüshasının tab’ı (basımı) bahriyemize nasip olmayan ve bahriyunumuzun en ziyade muhtaç olduğu anasır-ı seyrüseferîden (seyir öğelerinden) bulunan bu gibi asarın (eserlerin) alâkadaranca hırz-i cân (can gibi saklama) edileceğine mutmain (gönlü kanmış) olarak, eseri meslektaşlarımın nazargâh-ı mütalaalarına (inceleme görüşlerine) takdim eyler ve enzar-ı dikkate (dikkatli bakışlara) müsadif (rastlayan) olacak hataların af ve tesâmuhunu (hoşgörüsünü) rica eyliyerek suret-i mahsusada irşat (aydınlatma) bulunmak lûtfunda bulunacak zevatın bu kıymettar vesâyâlarını (vasiyetlerini) ileride zeylen (ek olarak) mevki-i intişara vaz’a çalışacağımı arzederim. (MD)

 

Acaba bu "muris ü leh" olan yazılarım, Ahmet Rasim’in hatıratını "rasânet ve metanet" ile muhafaza edecek ve o daima "yâd ü tezkâr" olunacak mıdır?

 

 

  Rehber-i Deryalarımız sayfasına dönmek için tıklayınız.

  Denizci Kitapları sayfasına dönmek için tıklayınız.