MUSTAFA PULTAR           DUM VENTUS EST, SPES EST



GEMİM O KADAR UFAK Kİ: FELICITY ANN


 
Şu İngiliz yelkenci kadınlar yok mu, ellerine su dökemezsiniz. Dünyada bir eşleri, benzerleri yok,  hem tek başına maceralı seyirler yapar hem de marifetlerini yazarlar. 

 

Geçtiğimiz yıllarda hepimiz Ellen MacArthur'u tek başına katıldığı uzun yarışlarla tanıdık. 21 yaşındayken kendi çabasıyla donattığı 6,4 metrelik Le Poisson adlı yatıyla Mini Transat transatlantik yarışında 17. olduktan sonra, 2005 yılında 23 metrelik B&Q/Castorama adlı katamaranla tek başına dünya çevresinde seyir rekorunu kırdı. Bu başarısının üzerine İngilizlerin kadınlara verdiği en yüksek unvan olan Dame (Sir karşılığı), Fransızların Légion d'Honneur rütbesinin Chevalier (şövalye) unvanlarıyla onurlandırıldı. Daha genç, hâlâ yelken yapıp, yarışıp, kurduğu vakıfta çocuk ve gençleri yelkenciliğe kazandırmaya çalışıyor. Eli bir derecede kalem tutuyor; ama otobiyografisinden başka birşey de yayımlamadı. İngiliz kadın yelkencilerin geleneğine uyacaksa maceralarını anlattığı başka kitaplar yazmaya başlaması gerek.

 

Cerbezeli kadın yelkenci-yazar kahramanlardan bir diğerini, Ellen MacArthur doğduğu sıralarda Atlantik okyanusunda seyreden Clare Francis'i daha önce anlatmıştım. Bu yazımda kendisinden söz ettiğim kadın yelkenci-yazar ise, Clare Francis daha bebekken, 1953 yılında Atlantik okyanusunu tek başına geçmiş biri.

 

Ann Davison'un hayatı dramatik olaylarla, zorluklarla, talihsizliklerle dolu. İkinci Dünya Savaşı sırasında kocasının sahibi olduğu havaalanına el konulması sonucu, varlarını yoklarını satarak 22 metrelik antika bir yelkenli ediniyorlar. Epey borca girip iki yılda denize elverişli hale getirdikten sonra alacaklılarına görünmeden İngiltere'den sıvışıyorlar. Manş Denizi'nde on dokuz gün eğlendikten sonra bir fırtınada tekneleri parçalanıyor, kocası ölüyor, Ann ise zor kurtuluyor. "Üç yıl sonra yeniden tek başıma yelken yapmayı öğrendim; ama bir başkaldırı, ya da öç alma amacıyla, ya da kefaretle ya da kendimi affettirme duygusuyla değil. Daha başlamadan büyük bir felâketle sona eren bir yaşam biçimine yeniden dönmek için. Başından beri, neden olduğunu açıklamak olanaksız olsa bile, döneceğimi, dönmek zorunda olduğumu biliyordum" diye yazıyor sonra.

 

Felicity Ann
Bir tersanede işe giriyor ve sonunda Felicity Ann adında 7 metrelik bir yelkenli edinip tek başına Atlantik okyanusunu geçmeye karar veriyor. Yelkenciliği ve denizciliği tam da bilmediğinden dolayı başından bir sürü olay geçiyor. O güne kadar hiçbir kadının böyle bir işe kalkışmamış olması, çok meşhur olmasına yol açıyor. İspanyollar ona La Navigante Solitaria (Yalnız Denizci) lakabını takıyorlar. Seferinde o kadar yavaş seyrediyor ki zaman zaman varacağı yere çok geç varmasından dolayı yolda kaybolduğu sanılıyor.

 

My Ship Is So Small
Ann Davison 1952 yılında Plymouth'tan yola çıkıp Batı Hintellerindeki Antigua'ya doğru Atlantik'i on ayda geçtiğinde, bir okyanusu tek başına geçen ilk kadın olmuştu. Teknesi Felicity Ann'in küçüklüğü ve daha önceki girişiminin bir gemi enkazıyla sonuçlanarak kocasının hayatına mal olmuş olması, başarısını daha da olağanüstü hale getirdi. Atlantik seferi sırasında başından geçenleri daha sonra, adı yaygın bir İngiliz balıkçı duası olan "O Lord, thy sea is so great and my ship is so small" (Tanrım, senin denizin o kadar büyük ve benim gemim o kadar ufak ki) sözüne nazireyle My Ship is So Small (Gemim O Kadar Ufak Ki) başlıklı kitabında anlatmıştı.
Atlantik geçişinin Kazablanka'dan Kanarya Adaları'na kadar olan seyri hakkında yayımladığı bu seyir defteri/günlük kitabı, tek başına yelkenciliğin birçok unsurunu yansıtır. Cesaret, dayanıklılık, yalnızlık, huzur, dinginlik, sürekli tetikte olma gereği ve yaşayan denizle kurulan bağlantı duygusu. Yalnızca rüzgâr ve hava durumunu değil aynı zamanda geçen gemileri de aktardığı kadar ve her zaman, tam ufukta bilinmeyen tehlikeleri ve beklenmedik zevkleri da yansıtır.

 

İşte bu seyir defteri/günlüğün içeriğini ve tadını aktarmak için çevirmiş olduğum bazı bölümler:
 
"Koşullar, sakin, telaşsız ve lezzetli, rüya gibi bir Güney duygusuyla doluydu. Hoşnutluğun fiziksel görüntüsü olan tuhaf bir parlaklık ve yatıştırıcı bir huzurun hoş, yumuşak inci grisi geceleri vardı. Öylesine kristal berraklığında ve bozulmamış görkemde gün doğuşları vardı ki, dünya yeniden doğarken o birkaç altın anı görmenin sevinci için girişilen her türlü zahmet affedilebilirdi. Gün batımları o kadar ürkütücüydü ki, turuncu bir güneş, siyah ve kan kırmızısı bir gökyüzünden pürüzsüz kurşun renkli bir denize süzüldüğünde, yaklaşmakta olan bir kasırgadan başka bir şey olmadığına ikna olurdu insan. Yelkeni camadana vurur, heryeri sıkıca kapatır ve olacakların en kötüsüne hazırlanırdım. Ancak gökteki tüm yaygaranın birkaç damla yağmur için olmuş olduğunu keşfederdim. İngiltere'de yıllarca uçarak ve çiftçilik yaparak edindiğim hava durumu gözü, tanıdık işaret ve delaletlerin hiçbiri, ne yazık ki, güney enlemlerde bir şey ifade etmiyordu. Burada hava olağanüstü bir hızla değişebilir. Barometrik basınçtaki en küçük artış ya da düşüş, şiddetli bir darbe anlamına gelebildiği gibi hiçbir şey de olmayabilir. ... Zamanla tahminde bulunmaya çalışmaktan vazgeçtim ve havayı geldiği gibi kabullendim. Ne de olsa, okyanusta yapabileceğiniz çok az şey var, sığınılabilecek uygun limanlar yok. Bu yüzden zorunlu olana kadar yelkeni camadana vurmaktan vazgeçtim, bu yolculukta neredeyse hiç de gerekli olmadı zaten. Çoğu zaman denizde ya camsı bir sakinlik ya da çok hafif bir esinti vardı. Günlük olarak aldığım yol ortalama yirmi mil idi."

 

"Bir salyangoz hızıyla aldığım yol, parakete halatında kekamoz büyümesine davetiye çıkarıyordu; ve o kadar inatçıydılar ki temizlemek çok zordu. Su o kadar berrak ve durgun idi ki ara sıra bazan neredeyse denizin dibini görebiliyormuşum gibi geliyordu. Gemimin gölgesinde, büyüleyici, siyah ve parlak mavi, çizgili balıklar yüzüyordu. Birkaç uçan balık, bir gölde kaydırılmış yassı taşlar gibi suyun üzerinde sekerek gidiyordu. Çok ufaktılar bu uçan balıklar, golyan balıkları kadar ufaktılar. Sabahları denize attığım çöplerin akşam karanlığında hâlâ bordada durduğu zamanlar oluyordu. Hava nefessiz kalmıştı sanki, gemiden en ufak bir ses çıkmıyordu, bir gıcırtı bile; ve sessizlik ilkseldi. İnsan, gökteki bir bulutun bile arkadaşlık anlamına geldiği bir gezegende yalnız başınaydı sanki".
 
"Bununla birlikte, çoğu zaman, FA'nın korkunç bir şekilde yalpaladığı ve bumbayı gaddarca bir yandan diğer yana savurup bağlantılarından söküp atmakla tehdit eden devâsâ bir solugan vardı. Makaraları ve aşağıda sıkıca bağlı olmayan her şeyi şiddetli bir düzensizlikle sallıyordu. Bu yüzden barışı yeniden sağlama çabasıyla bumba kamçılarını yenileme ve yeniden donatma çılgınlığına sürüklendim. Denizde ufak bir teknede aralıklı patırtı-tıngırtı-çatırdtı sesleri, Çin su işkencesinin denizcilikteki biçimidir."
 
"Sakin havalar biraz güneşlenmeye izin verir, ancak tek başına bir denizci için çok da fazla değil. Daha utanç verici koşullarda bozulabilecek herhangi bir şeyi elden geçirme, onarma ya da yenileme fırsatı sunarlar, çünkü denizin affetmeyeceği bir şey varsa, o da kaçırılmış olan bir fırsattır. Yeni flok ıskotaları yaptım ve donattım, ana yelkenin araba kalçetelerini onardım, yelkenlerde sürtünüp aşınma belirtileri gösteren yerleri yamadım ve Cebelitarık rıhtımındayken branda kılıfları yağdan harap olmuş usturmaçaları kurtardım ve sonunda çalışmış olmaya sinirlenip de hiç tedirgin olmadım. Yelkenlerdeki yamalar hiçbir biçimde usta yelkenci sanatının en güzel örnekleri olmasa da, işimi yaparken derin bir tatmin elde ettim."
 
"Kazablanka'dan ayrıldıktan sonra dokuz gün boyunca ortalıkta görünen bir gemi yoktu ya da ben onları ıskaladım, yalnızlıktan kendi kendime sessizce sızlanarak. Sonra kuzeyden güneye giden deniz yoluna katıldık ve anında ufukta iki vapur belirdi, bunun üzerine belki de zenginlikten utanarak onların varlığına ters bir şekilde içerledim: 'Okyanusumda işin ne?"'
 
"Yeniden deniz yolunda olmak, huzursuz, uykusuz gecelerin yeniden başlaması anlamına geliyordu. Ufukta görünmeyen bir geminin bize ulaşmasının yirmi dakika sürdüğünü anladım. Büyük bir geminin beni görme olasılığı son derece düşük olduğu için, onu benim görmem gerekiyordu. Bu yüzden karanlık saatler boyunca aşağıda dinlenmem her yirmi dakikada bir bozuluyordu. İngiltere'den ayrıldığımdan beri edindiğim yeteri alışkanlık, beni uygun aralıklarla koma durumundan çıkaran kişisel bir alarm sistemiyle donatmıştı. Ara sıra fazla uyumama izin veriyordu ama bir keresinde uyandığımda yirmi beş yarda arkamızda güneye giden bir buharlı gemi buldum. ... Bir millik ıska belki yeterlidir, ama yirmi beş yarda okyanusta korkunç derecede dar bir sınırdır ve kişisel çalar saatıma gerekli dürtüyü verdi. Gemi gözlediğim gecelerin şafağında, FA'nın makul ölçüde görünür olduğunu varsayıp, iki saat gerçek bir uyku alırdım, o zamana kadar zaten umurumda olmazdı da. Ancak devamlı uyku eksikliği, zaten dizanteri tarafından daha da düşmüş olan genel fiziksel durumumu daha da kötüleştirdi. Hiçbir zaman Einstein düzeyinde olmayan düşünce sürecim, gerçekten moronca bir kavrayışa indirgendi ve bazan ender seyir problemleriyle didişmek zorunda bile kaldım. Yine de, bu yolculukta öncekilerden daha iyi beslendiğim için doğanın dengesi bir şekilde yeniden sağlandı. Douarnenez'den Vigo'ya yolculuğumu neredeyse yalnızca portakalla yapımıştım ama burada seyir defterimde pişmiş yemeklerle ilgili birkaç kayıt var. ... Sadece haşlanmış patates ve lahana için apaçık bir özlem duydum. Bunlar benim açımdan normal bir tadı temsil etmediğinden, bunun bir eksiklik arzusu olduğu sonucuna vardım ve günlük vitamin tablet dozunu artırdım: On dokuz günlük Vigo - Cebelitarık seyrinde denediğim gibi onları almayınca yorulduğumda ve iyileşmek istemeyen yaralar açıldığında keşfettiğim gibi, okyanus yolcuları için kesinlikle bir gereklilik bu. Kutulama işleminden sonra vitamin içeriği korunan tek konserve ürün domates, bu da konserve yiyeceklerin denize açılır açılmaz neden tüm çekiciliğini kaybettiğini açıklıyor. Çok pratik olarak, uzun geçişler için hangi kumanyaların gerekli olacağını öğreniyordum."
 
"Menü yemeği olarak olmasa da bir akşam yemeğim özellikle unutulmazdı. Tam olarak 5 Ekim Pazar günü saat 17:50'de ortalık sakindi ve bir ahçılıkta bir deney yapma ruh halindeydim. Sobanın üzerinde biraz peynir saçmalığı hazırlıyordum ve tavadaki yapışkan bileşimi karıştırırken tesadüfen kuzinanın üzerindeki lumbuzdan dışarı etrafa baktım. Ufukta gözüme bir vapur çarptı, doğumuzda güneye doğru ilerleyen minik bir nokta. Birkaç dakika sonra tekrar dışarı baktığımda rotasını değiştirmiş olduğunu ve bize doğru geldiğini şaşırarak gördüm. Küçük bir gemiye bakmak için özellikle yolundan çıkıyordu. Heyecanla çabucak akşam yemeğini bıraktım, saçımı taradım ve yüzümü düzelttim, ellerimin titrediğini ve kalbimin attığını ayrı bir şaşkınlıkla fark ettim ve sanki özlediğim bir göreve hazırlanıyormuş gibi heyecanlandım."
 
"Uzun, kirli beyaz bir İtalyan gemisiydi: Genale of Rome. Kıç tarafımızdan döndü, köprüüstündeki zabitler dürbünleriyle FA'yı merakla izliyorlardı. O kadar nazikçe davranıp yolundan millerce çıkmış olduğu için, onu gereksiz yere daha da geciktirmek istemedim, çünkü yol alan tarifeli bir gemi için dakikalar çok değerlidir. O yüzden hiçbir işaret vermedim, sadece el salladım ve cevap olarak kaldırılıp sallanan kollarla tüm gemi sanki canlanmış gibiydi. Cüce muadili ile ilgili her şeyin yolunda olduğundan memnun olarak yoluna devam etti. O gece, onun düşüncelilğinden dolayı biraz daha az yalnızdık."

 

Ann Davidson, daha sonraki yıllarını Kuzey Amerika ile Bahama adaları arasında seyrederek, Amerika kıyılarını ve Misisipi nehrini dolaşarak geçirdi. Parçalanan ilk teknelerinin borçlarını ödedi, çeşitli maceralarını anlattığı kitaplar yazdı: Last Voyage (Son Sefer), Home Was An Island (Evim Bir Adaydı) ve son teknesinin adına atfen In the Wake of Gemini (Gemini'nin Dümensuyunda).

 

Arkasında yalnızca anıları ve yazdığı bu kitaplar kalmadı. Atlantiği geçerken kullandığı Felicity Ann, 1939 yılında inşa edilmeye başlanmış ve 1949 yılında tamamlanmıştı. 1980 yılında bir Amerikalı çift onu San Diego'da terkedilmiş olarak bulup 2000 yılında Haines, Alaska'da restore etmeye başladı. 2018 Mayıs'ında yeniden restore edildikten sonra hâlen Port Haddock, Washington'da Kuzeybatı Ahşap Gemi İnşaatı Okulu'nda kullanılıyor.
 
Böylece omurgasının konmasından 83 yıl sonra hâlâ denizlerde dolaşıyor. Anlayana sivrisinek saz!

 

 

  Denizi Yazanlar sayfasına dönmek için tıklayınız.