MUSTAFA PULTAR           DUM VENTUS EST, SPES EST



KİTAB-I BAHRİYE VE REHBER-İ DERYA


 

Pirî Reis - Kitab-ı Bahriye

 

Kâtip Çelebi, 1656 yılında yazdığı ve Sultan IV. Mehmed’in “rikâb-ı hümayunlarına” (padişahın önüne) sunduğu Tuhfetü’l-Kibar fî Esfari’l Bihar (Deniz Savaşları Hakkında Büyüklere Armağan) adlı kitabında zamanın büyüklerine çeşitli öğütlerde bulunur ve şöyle der:

 

“Kırkıncı öğüt budur ki ... kapudanların denizde seferleri ... üzerine anlatılanlar, yazılanlar görülüp kıssadan hisse alına, gaflet olunmaya vesselâm.” Ama zaman Katip Çelebi’nin öğütlerine uyulmadığını, kıssadan hisse alınmadığını, gaflet olunduğunu ve bunun sonucunda da büyük felâketlere yol açıldığını göstermiştir. Şöyle ki:

 

Kitab-ı Bahriye’de Adalar Denizi

Denizlerdeki deneyimlerini yazılı olarak ortaya koyan kapudanlarımızın pîri hiç şüphesiz “birâderzâde-i merhûm reis Gâzi Kemâl, Pirî Reis bin el-Hacı Mehemmed” yani kısaca Pirî Reisdir. 1521 tarihli Kitab-ı Bahriye’sinde Akdeniz kıyılarının yatağının, suyunun halini, denizlerin bütün eşkalini, adaların geçitlerini, suların sığlıklarını, derinliklerini, genişliklerini anlatmış ve şöyle demiştir: “Bir eksüksüz bunların her birini / Yazardum yazmağa bu idi ma’nî (neden)/ ... / Anınçün cem’idüp (toplayıp) bunca kelâmı / Yazup şerh eyledüm (açıkladım) işbu merâmı”. Fakat Kâtip Çelebi’nin kırkıncı öğütüne uymayan büyüklerimiz, kıssadan hisse almamış, Pirî Reis’in yazdıklarını bir kenara atmış, Baltık denizinden Akdenize bir geçit olmadığı inancı ile 1770’de Osmanlı donanmasının Katerina’nın bir donanması tarafından Çeşme limanında yakılması felâketine yol açmışlardır.

 

Pirî Reis’in Kitab Bahriye’si, yazıldığı yıllarda dünyada varolan sayılı “rehber-i derya”lardan biri idi. Lütfi Gürçay, Gemici Dili adındaki ansiklopedik lügâtında (İstanbul, 1962) rehber-i deryayı şöyle anlatıyor: “Sahillerle umumî limanların ve uğrak yerlerinin ahval-i tabiîye (doğal durumları), cevviyeye (havaları) kariyeleri (köyleri) ile buralara civar avarız ve alâmatı (arızalar ve işaretleri) ve mevcut akıntıları, velhasıl gemilerin selâmet-i seyirlerile emniyetlerine yarar malûmatı ihtiva eden kılavuz kitaplarına denir.” Bu nitelikteki ilk Türk eseri olan kitabında, Pirî Reis denizlerle ilgili bilginin yalnızca haritalarda gösterilemiyeceğini belirtiyor: “ Bu i’tibâr üzerine ... vâki’ olan kenarlarun ve cezîrelerün (adaların) ma’mûrları ve harâbları (bayındır ve harap yerleri) ve limanları ve suları ve deryâda olan taşları ve sığları mezkûr limanlarun kangı cânibinde (hangi yanında) idüğü ve ne rûzigâra muvâfık (uygun) ve kangısına muhâlif (hangisine karşı) idüğü, vüs’ati (genişliği), darlığı ve ne mikdar sefînelere mütehammil idüğü (gemileri alabileceği) ve dahi bunlara benzer nice dürlü alâmetler hartı içinde kayd olunmağa kabiliyet ihtimal-i muhaldir (olanaklı değildir)”.

 

Kitab-ı Bahriye’nin en çarpıcı özelliklerinden biri, dilinin duru Türkçe olup, biraz çaba gösterildiğinde bugün bile kolaylıkla anlaşılabilmesidir. Kitapta anlatılan birçok yerin adının bugün de kullanmakta olduğumuz adlar olduğunu görüyoruz. Ancak bazı yerlerin eski isimlerini okuyunca da biraz şaşırmamak elde değil. Örneğin, Marmara denizindeki İmralı adasının ilk ismi Emir Ali adası imiş. Emir Ali, Osmanlıların Marmara denizinde kurdukları ilk donanmanın komutanı imiş ve o zamanlar adı Kalomni olan adayı o fethetmiş. Yine benzer biçimde, İzmir körfezindeki Mordoğan kasabasının adı aslında Emir Doğan köyü imiş. O da kim derseniz, özür dilerim, bilemeyeceğim.

 

Ege kıyılarındaki ilginç yerlerden biri de Baba burnudur; bu babanın kim olduğunu ise yine Pirî Reis anlatıyor:

 

Emek Yemez Baba bir yumru burun ucunda yatur. Bir velîdür. Mezkûr velî (ermiş) koyun güderken yetişmişdür dirler. Ol velî hürmetine şimdiki halde her kim gemi ile burnun önünden geçerlerse, elbette bir mikdar peksimâd (peksimet) çıkarub denize dökerler. Ol peksimâdı martı kuşları üşerler, yirler. İmdi işbu zikrolan Emek Yemez burunu bir dağdan gelüb inmiş, bir yumru kütük burundur. Mezkûr babanun mamazgâhı ol burunun üzerinde imiş. Ol sebebden şimdiki halde, bir kabr alâmeti eylemişlerdür.

 

Egenin en güzel yelken yerlerinden biri Ildır körfezidir. Hem sürekli olarak rüzgârlı, hem korunaklı olan bu körfez günümüzde de Pirî Reis zamanından pek farklı değil: “Kara Ada (Koyun adalarından) şuluk (keşişleme) üzerine yedi mildür. Mezkûr Kara Adadan içeri Aldırı (Ildır) körfezi sapa yirdür. İgen kimse varmaz.” Bugün de bu yelken cennetine tek tük İzmirli gariban dışında kimse varmıyor. Çeşme yarımadasının güney sahillerine gelince:

 

Mezkûr kenarlar alçak yirlerdir ve deniz de yufkadur. İki mil mikdar denizde demir yetişür. Yazlu günlerde yaturlar. Ve Alaca At (Alaçatı) kıbleye karşu bir körfözdür. Ol körfözün denizden alâmeti budur. İki tarafda ak süd gibi püşte (tepe) ler vardur. Mezkûre iri gemiler varmaz. İçeri nihâyeti sığdur.

 

Pirî Reis giderek güneye iniyor, ve Rodostan batıya dönerek Akdenizin önce kuzey, sonra güney kıyılarını dolaşıp Marmarise dönüyor. Yolda uğradığı yerlerden biri:

 

Ol burunun içi Gümüşlük Limanı dirler, mezkûr limanun ağzı lodosa karşıdur. Velî (fakat) büyük gemiler girür. Hüdâyî hûb (Tanrı vergisi hoş) limandur. Ve ol limanun içinde bir su akar. Ammâ ol su içilmez, mekzûr suya karib bir bınar var. Ol bınardan içerler. Ammâ mezkûr limana Gümiş Limanı dirler. Gümiş Limanı dimeğe bâis (neden olan) budur kim, merhûm Sultan Muhammed Han Gâzi zamanında ol limanun kurbünde (yakınında) gümüş ma’deni varimiş. Sonra vaz gelmişler. Ol sebebden Gümüşlük dirler.

 

Osmanlı, Akdeniz coğrafyasını tanımamıza yaptığı bu büyük katkılarından dolayı Pirî Reis’e olan minnet borcunu, 1554 yılında, kendisi seksenbeş yaşına yaklaşırken, boynunu vurdurmakla ödedi.

 

 

Süleyman Faik - Rehber-i Derya

 

Pirî Reis’in boynunun vurdurulması, herhalde “ibret-i âlem” olmuş olmalı ki 350 yıl süreyle rehber-i derya yazma cesaretini gösteren birilerinin ortaya çıkmadığı anlaşılıyor. Derken 1299 (1873) da, Süleyman Faik (Not) Rehber-i Derya adlı kılavuzunu yayınladı. “Sevahil ve cezâir-i Bahr-i sefidin (Akdenizin kıyı ve adalarının) tarifâtını havi” olan bu eser, “ Bahriye nezaret-i celilesinin tasdiki ve maarif nezaret-i celilesinin ruhsatiyle” (yani artık yerleşmiş olan bürokrasinin onayıyla) İstanbul’da “Bab-ı Ali caddesinde numero 7”de kain Mihran matbaası tarafından basıldı. Pirî Reis’ten beri geçen süre içinde önce dil değişmiş, çetrefil ve tumturaklı bir Osmanlıca her tür yazıya hakim olmuştu. Süleyman Faik, kitabının dibacesine (önsözüne) “... seyr-i sefain için daire-i elzemiyet dahilinde görünen esbab ve zerâi-i salimeden akdemi, fen-i navigasiyonun bilinmesiyle, seyahat olunacak denizlerin usûl-u vukuât-ı coğrafiyeye muvafık suretde yapılmış haritalarının elde bulunması, ve sevahil ve cezâire ve bunlara müteferri ve müteallik bulunan liman ve mersalar ahvaline ıttılâ kesbedilmesiyle, mucib-i tehlike ve muhatara olan sığlık ve kayalık mahallerden içtinab olunması ...” (gemilerin seyri için zorunlu olarak görünen nedenlerin en önde geleni navigasyon biliminin bilinmesiyle, gezilecek denizlerin coğrafya biliminin usulüne uygun olarak yapılmış haritaların elde bulunması ve kıyı ve adalar ile bunlara bağlı bulunan liman ve sığınakların durumunun öğrenilmesiyle, tehlikeye neden olan sığlık ve kayalık yerlerden çekinilmesi ...) diyerek başlıyor ve aynı cümleyi, inanmayacaksınız ama tam 391 kelimeden oluşan tek bir cümleyi, aynı çetrefil ve tumturak ile bir buçuk sayfa sürdürüyor.

 

O zamanın kitaplarında bu gibi karmaşık dibacelerden sonra kolayca anlaşılır bir dile geçildiği görülür; Süleyman Faik kendine göre aynı şeyi yapıyor ama ne kadar kolay olduğunun yorumu size kalmış. İşte Rodos limanının girişini anlatışı:

 

Kum burununun taraf-ı cenûbîsindeki (güney tarafındaki) araziden şark-ı şimale (kuzeydoğuya) doğru ½ gomina tûlu mikdarı (uzunluğunda) ileri çıkmış kayalıkdan mürekkeb (oluşan) bir sığlık olup bunun vasatında (orta yerinde) sath-ı derya ile beraber tehlikeli bir kaya vardır ki alâmet olarak üstünde taşdan bir amûd merkûzdur (direk dikilidir). Bundan sonraki burunun üstünde vâki olan fener kulesinin cihet-i cenûbunda (güney yönünde) dahi sath-ı bahirden 152 kadem mürtefi (yükseklikte) bulunan murabba-üş şekil (kare biçiminde) Arab kulesi mevcuddur. Bu kule (kıble kerte keşişleme) den (batı karayele) kadar olan kavis beynindeki (içindeki) cihetlere nezaret-i kâmileyi haizdir (yönleri tümüyle görebilir).

 

Rehber-i Derya’da değişen yalnız dil değil, aynı zamanda yer isimleridir. Türkçe isimlerin yerini büyük çoğunlukla Rumca isimler almıştır. Örneğin, Süleyman Faik, Hisarönü körfezini şöyle anlatıyor:

 

Doris körfezi - Sönbeki ceziresinin (adasının) şimal tarafında vâkî olarak Apostoli burununun şark (doğu) tarafına doğru on mil imtidâd eder (uzar). Bu körfezin nihayetine Arina (Hisarönü) körfezi tesmiye edilerek (adı verilerek) bunun da cenûb (güney) tarafında Kirovasili (Orhaniye) nam liman ve ism-i mezkûr ile yadolunan karye (köy) bulunduğu gibi körfezin karşı cihetinden Kiriyo (Deveboynu) burununa kadar olan 38 mil mesafede dahi müteaddit (birçok) demir yerleri vardır.

 

Yer adlarının Rumcaya dönüşmesinde, Pirî Reis’in zamanından beri geçen sürede İngilizlerin kıyılarımızın mesahasını yapmış olmaları ve yer adlarını da genellikle Rum denizcilerden öğrenmiş olmalarının rolü büyüktür. Nitekim, Süleyman Faik’in de İngiliz haritalarını ve kaynaklarını büyük ölçüde kullandığı anlaşılıyor. Örneğin:

 

Mezkûr burundan (Deveboynu) itibaren körfez-i mezkûr (adı geçen körfez) cihet-i şarkîye (doğu yönüne) doğru 52 mil mümted olup (uzayıp) sahil-i cenûbide (güney kıyısında) güzel limanlar bulunduğu İngiltere devleti ümera-i bahriyesinden (denizcilik işlerinden) Akdeniz mesahasına memur Amiral Giros tarafından beyan olunmuşdur.

 

Acaba, o zamanlar biz bunu bilmiyor muyduk? Ya da yine İngiltere devleti ümera-i bahriyesinden “Kapudan Meynpraysın liman-ı mezkûr hakkında ifadesi (ne göre) Foçanın iki limanı olup cenub (güney) tarafındaki şimaldekine (kuzeydekine) tercih edilir.”

 

Süleyman Faik kitabında bazı ilginç olaylar da anlatıyor:

 

Bin iki yüz seksen bir (1865) senesi Nisanında Keyvân-i bahri nam (Deniz Zühali adındaki) yelkenli fırkateyn-i hümayûn ile tersane-i âmire havuz-u kebiri (büyük havuzu) için taş getirilmek üzere Asım körfezine azimet olunmuş (gidilmiş) ve koya çifte tîmür (demir) ile yatılarak yirmi gün kadar ârâm edilmiş (durulmuş) ve zikrolunan Bargilya (Varvil) harabelerinden lüzumu mikdar kebîr (büyük) taşlar alınarak fırkateyn-i mezkûra bi-t-tahmîl (yüklenerek) tersaneye getirilmiş ve bunların meyanında (arasında) bir hayli tesavir ve nakış-ı kadimeyi (resim ve eski nakışı) havi taşlar bulunmuşdur. ... Müddet-i mezkûre zarfında (aynı süre içinde) bu körfezin bi-l-mesaha (ölçümü ile) portolunu tanzim edilerek makam-ı kapudaniyeye (kaptanlık makamına) takdîm olunmuşdur.

 

İngilizlerin denizlerimizdeki belgeleme çabaları giderek bizim bahriyemizin de ana kaynaklarını oluşturmuştur. Rehber-i Derya’dan sonra artık tercüme kılavuzlar bahriyemizde yer almaya başlamıştır. Bunlardan en çok kullanılanı Mediterranean Pilot’un tercümesi olan Bahr-ı Sefid Kılavuzu’dur. (Akdeniz Kılavuzu). 1331 (1913) yılında yayınlanan ve alt başlığı “Adalar (Ege) Denizine ait” olan bu kitabın kapağında şu açıklama bulunmaktadır:

 

İngiltere bahriye nezareti (denizcilik bakanlığı) tarafından 1908 sene-i miladiyesinde (miladi yılında) neşrolunan (yayınlanan) dördüncü cilt Bahr-ı sefid kılavuz risalesi olup erkan-ı harbiye-i bahriye (deniz genelkurmayı) harita şubesince tercüme olunmuşdur. Matbaa-i bahriyede (deniz basımevinde) tabolunmuşdur.

 

Doğrudan bize ait rehber-i deryalardan olmadığı için bu tercüme kitabın varlığından yalnızca söz edip içeriğine girmek istemiyorum.

 

Yazımı Süleyman Faik’in dibacesinin ikinci ve son cümlesiyle bitireyim:

Her şeyde bıdâamın fıkdânı ve hususiyle bu gibi tahrir ve tercümede istidâamın noksanı hasebiyle usûl-u kitâbetce zuhûru zarurî olan sehv ve nisyanın maârif-mendân bahriyûn tarafından afv ve tashih buyurulmasını bilhassa istirhâm eylerim. (Her şeyde bilgimin kıtlığı ve özellikle bu gibi yazı ve çevirilerde aydınlanmamın eksikliği nedeniyle yazı usulümde ortaya çıkması kaçınılmaz olan yanlışlık ve unutmaların bilgi sahibi olan denizciler tarafından af buyurulmasını ve düzeltilmesini özellikle dilerim).

 

Not: Woods Paşa'nın Türkiye Anıları: Osmanlı Bahriyesinde 40 Yıl (1869-1909) adlı hâtıratında Süleyman Faik hakkında şu bilgiler yer alıyor:

 

Süleyman Faik paşa (1845-1909) İstanbul’da doğmuş, ilköğrenimini babasının evkaf müdürü olarak görevli bulunduğu Girit’te yaptıktan sonra Bahriye Mektebine girmiştir. 8 Ocak 1865’te sınıfının birincisi olarak mezun olan Faik bey, kendi kendine ilerlettiği İngilizcesi ve görevindeki başarılariyle dikkati çekerek kısa zamanda rütbeler almış ve bulunduğu gemilerle okyanuslara seferler yapmıştır. Hobart paşanın Deniz Genelkurmay başkanı bulunduğu dönemde yardımcılığını yapan Faik bey, sonra başkanlığa atanmış ve amiralliğe yükseltilmiştir. 1888’de ferik amiral olan Faik paşa, daima yenilikleri izlemesi ve hür fikirleri ile padişahın gözünden düşürülmüş ve nihayet Fizan’a sürüleceğini haber almasiyle 22 Ağustos 1901 tarihinde Malta’ya kaçmıştır. 1908’de Meşrutiyetin iadesinden sonra affedilerek yurda dönmüşse de ertesi yıl ölmüştür. Kendisi, Deniz Harp Okulunda uzun yıllar öğretmenlik yapmış olan binbaşı Ali Naci beyin babası, merhum güverte kıdemli yüzbaşı İhsan Naci, emekli yüksek mühendis tuğamiral Hasan Naci Dengiz ve halen Washington büyükelçimiz Melih Esenbel’in eşi Emine Esenbel’in dedesidir.

 

Woods Paşa diyor ki:

 

Mahmut Nedim paşa, birçok devlet dairelerinde çok önemli görevlerde başarılı hizmetlerde bulunduktan sonra Bahriye Nazırlığına getirilmişti. Beyaz sakallı ve çok muhterem bir zat olan Nedim paşayı makamında her ziyaret edişimde beni nezaketle karşılardı. Ancak büyük makam koltuğunda bağdaş kurup oturması beni hayretler içinde bırakmıştı. Yardımcısı Faik beydi. Faik beyle Bursa korvetinin birinci subayı olarak Japonya dönüşü Mauritius adasında karşılaşmıştık. Yakışıklı genç bir subay olan Faik’le kısa zamanda dost olmuştuk. Kendisiyle birlikte Bahriye okul fırkateyninde her ikimiz de ikinci kaptan olarak bir çok kez seyahat etmiştik. Girit Türklerinden olan Faik, çok güzel Rumca ve İngilizce konuşurdu.

 

  Rehber-i Deryalarımız sayfasına dönmek için tıklayınız.

 

  Denizci Kitapları sayfasına dönmek için tıklayınız.