MUSTAFA PULTAR           DUM VENTUS EST, SPES EST



ERGUVAN ATLASLARI DOLDURANLAR


Rüzgâr Tanrısı Aiolos

 

Orhan Veli

 

Neden yine kaynaştı havalar?

Saadet mi getiriyor rüzgâr

Dolarak erguvan atlaslara?

 

diye soruyor . Atlas yelkenlerimize dolduğunda bize saadet getirdiği kuşkusuz da, bu mutluluk rüzgârı nereden esiyor? Onu pek bilemem, ama "rüzgâr" sözcüğünün İran taraflarından yani Farsçadan estiği kesin. Rûz (= gün) kökünden rûz-gâr (= günler, vakit, süre, gelip geçen) zamanla dilimizde Türkçe “yil” (= yel) sözcüğünün yerine yerleşmiş.

 

Dinle imdi yilleri idem beyân (Dinle şimdi, rüzgârları diyeyim)

Anlarun da herbiri ola âyân (Onları da size hep bildireyim)

(Pirî Reis, Kitab-ı Bahriye, 1521 = PR).

 

Eskiden denizde seyirin tek gücü rüzgâr olduğundan, birçok deyim de ona bağlıydı; denizde yön belirtmek için kullanılan adlar da rüzgâr adları ile özdeşti. Örneğin, Süleyman Faik, Sisam boğazından geçişi anlatırken “Sisamın şark-ı cenûb burunu geçilerek, badehû poyraz 3⁄4 kerte yıldız yoluyla Kuşadası körfezine gidilir” diyor (Rehber-i Derya, 1878). Bugün bile “batı” sözcüğünü hem yön, hem de o yönden esen rüzgâr için kullanıyoruz.

 

Başlu yiller kim dinilür iy hümâm (Ey azimli kişi, başlıca rüzgârlar)

Dörtdür anlar her birisidür benâm (Dört tanedir onlar, her biri namlı) (PR).

 

Kuzeyden esen yıldızın kökeni Türkçe “yultuz” (= ışıldayan, parlayan) ve hiç şüphesiz kuzey yıldızından kaynaklanıyor. “Bu şimalün kevkebin dut aklunda (Bu kuzeyin yıldızını tut aklında / Kim Demürkazık da dir Etrâk ana.” ( Ki Demirkazık da derler Türkler ona).” (PR) Gündoğusuna gelince onun da güneşin doğuşuyla ilgili olduğu açık. Hattâ, yakın zamanlara kadar doğu yönüne “gündoğuşu” denirdi. Örneğin 20. yüzyıl başlarının Pirî Reisi olan Miralay Ahmet Rasim, Eğriliman’ı anlatırken “bu limanın medhali Paşa adası fenerinden poyraz kerte gündoğuşu ½ gündoğuşu cihetinde ve 4 milden biraz fazla mesafededir.” diyor (Adalar Denizi Kılavuzu, 1926).

 

Hiç kuşkusuz, rüzgârlarımızın arasında en Anadolulu olanı kıble, çünkü onun adı Hititçe Kupapa (= Anadolunun ana tanrıçası) dan geliyor. Cybele (günümüzde Sibel), Kybele ya da Kibele olarak da bilinen bu tanrının adı giderek “tapınılan, bakılan yer” demek olmuş, İslamiyetle birlikte de bugün bildiğimiz “namazda dönülen yön” anlamını kazanmıştır. Ülkemizin doğusunun büyük bölümünde kıble güneyle hemen hemen çakışmaktadır.

 

“Başlu yiller”in çocuklarına gelince:

 

Dahî dört yel sürh ile olur hemân (Dört rüzgâr da kırmızı ile yazılır)  

Karayel, şuluk, lodos, poryaz olan (Karayel, keşişleme, lodos, poyraz olan) (PR).

 

Karayelin kara olması, soğuk olmasından ve şiddetli esmesinden olsa gerek. Özellikle kışın Rusya’nın üzerine yerleşen alçak basınç merkezleri, kutup bölgesinin buz gibi soğuk hava kütlesini Doğu Avrupa ovalarının üstünden olduğu gibi aşağıya, yani tepemize tepemize akıtır. Buyrun size kapkara bir kuzeybatı yeli!

 

Keşişleme, kökeni bakımından en sorunlu olan rüzgâr. Türkolog Hasan Eren bu adın Keşiş dağından geldiğini savunuyor. Keşiş dağı Uludağ’ın eski adıdır; Marmara denizinde de güneydoğuya düştüğüne göre, bu açıklama akla yatkın. Yabancı Türkologlar ise bu sözcüğün Grekçe hapsanemia (= yakıcı rüzgâr) dan geldiğini öne sürüyorlar. Yakıcı olduğu kuşkusuz, çünkü güneydoğudan, Arabistan çöllerinden esiyor. Pirî Reis’in kullandığı “şuluk” deyiminin kökeni de zaten Arapça şaluk; anlamı da aynı. Bu sözcük zamanla “şuruk” olarak da kullanılmış ve Avrupa’ya doğru kısa bir seyirden sonra meşhur Sirocco oluvermiş. Günümüzde ise bazı vosvosların üstünden esiyor.

 

Boreas

Vosvosların üstünden esen bir başka rüzgâr da bora. Onun adı ise Greklerin tanrısı, kuzey rüzgârı Boreas’tan gelme. Boreas, tanyeri tanrıçası Eos’un oğlu. Baykuş kanatları, ejder ayakları, uçuşan bembeyaz saçları varmış; yağmur bulutlarından örülmüş bir kepenek giyermiş. Korsan takımıyla birlikte dünyanın her yerini dolaşır, gümbürtülerle esermiş. Pers kuşatması sırasında, Atinalılar Boreas’a başvurup yardım etmesini dilemişler. O da öyle bir esmiş, öyle bir esmiş ki, Perslerin 400 gemisi anında garkolmuş. Sonra da ese ese, önce Pirî Reis’in dediği gibi “poryaz” giderek de poyraz olmuş.

 

Notus

Boreas’ın kardeşi Notus ise güney rüzgârının tanrısı imiş. Asık suratlı, gümüşî saçları ve kara kanatları olan ihtiyar bir adammış. Samur bir kürk giyer, kafasının üstünde bulutlar uçuşurmuş. Birden çıkıveren sağanaklı yağmurlar dağıtıp gezermiş. Bugün bile lodos adıyla esip yağmurlar dağıtıyor. Bundan dolayı da, karada bazı yerlerde çok seviyorlar, adına “akyel” diyorlar.

 

Boreas ile Notus, yaşlandıkça sancağa doğru 45 derece dirise etmişler; bugün kuzeydoğu ve güney batıdan esiyorlar. Dirise etmek de nerden çıktı derseniz, o da önce Latince directiare (= yönlendirmek) sonra da İtalyanca drizzare (= düzeltmek) den çıktı. “… ve rüzgâr dahî diritsa edüb ya’ni kolaylayub ...” (Seydi Ali Reis, Mir’at-ül Memalik, 1557).

 

Estikleri yönler bir yana, rüzgârlara bir de kuvvetine göre ad veriyoruz. Beaufort numara verip de bu işin içine limon sıktı ama onu bu ara unutalım. Rüzgâr esmezse ne olur? Tekne limanda kalır, çünkü yürüyemez; hava “limanlık”tır. Sonra “esmek”e (= geçmek, uzamak) başlar, “esin” (= yel, soluk) lenir, “esinti” olur. Yelkencinin hemen yüzü güler, çünkü biraz sonra fırışka çıkacaktır. Fırışka, İtalyanca fresco (= taze, canlı) dan gelme, canlı esen rüzgâr demek. Saatte 10-14 mil esen bu rüzgârın doğrusu keyfine doyum olmaz. Duvarlarda taze sıva üzerine yapılan resimlere de aynı kökten fresk adı veriliyor.

 

Fortuna

İşid imdi furtunanın aslını (İşit şimdi fırtınanın aslını)

Fer’îni vü bâbını vü faslını (Oluşunu, gelişini, faslını)

Gark ider deryâda ya urur taşa (Ya batırır denizde, ya vurur taşa) 

Yâ İlâhî gelmesün bu iş başa (Ey Allahım, gelmesin bu iş başa) (PR).

 

Eski yazıda “u” harfi ile “o” harfini birbirlerinden ayırmak kolay iş değildir. İşte Pirî Reis’in de furtuna dediği ve yıllar yılı öyle kullanılmış olan sözcüğün kökeni aslında Latince fortuna (= kader, talih) dır. Denizcinin fırtınası kaderin kötü yanından. Kaderin iyi yanı için ise Romalılar bir tanrıça yaratmışlar. Fortuna, uzun urbalar giyer, sırtında hep bir bereket boynuzu taşır, ve gözleri bağlı olarak iyilik ve doğurganlık dağıtırmış.

 

Fırışkadan şaşma, fırtınayı aşma! Aşarsan kasırgaya tutulursun ki Allah korusun! Adı kasmaktan geliyor ama kasmanın çok özel bir anlamından. Kaşgarlı Mahmud’un Divan-i Lügat-üt Türk’ünde “kasmak”ın aynı zamanda titremek, titreşmek gibi bir anlamı görünüyor. Kasırga da kastıran, yani her şeyi titreten rüzgâr demek oluyor anlaşılan.

Sağnak, yağmur sağanağı ile aynı anlamda, yani aniden bastıran anlamında. Kökeni ise ineğin sağılmasından. Sağanak yağmurunu, inek sağılırken memesinden aniden fışkıran süte benzetmişler herhalde. Oradan da olmuş bizi aniden bastıran sağnak rüzgâr. Akşam olur gider bir koyun dibine demirlersin. “Oh, ne keyif!” derken, birden bire dağın tepesinden bir sağnak bastırıverir ki adına cıvarna deriz. Bu sözcük Venedikçe ciavarina (= oğlak) sözünden geliyor. Ne ilgisi mi var? Cıvarna bastırdı mı denizin yüzü kuzucuklarla örtülmüyor mu? İşte bizim kuzucuk dediklerimize onlar da oğlak demişler. Kuzucuklara İngilizler white horse (= beyaz at) diyorlar. Dilimizin gitgide Törkişleşmesi sonucu yakında birileri çıkıp kuzucuğa beyaz at derlerse hiç şaşmayın.

 

Yaz aylarında Ege denizinde kuzey yönlerinden sürekli esen rüzgârlara imbat ya da meltem diyoruz. Bu iki ad aynı zamanda akşam vakti çeşitli kıyılarda esen serin rüzgârlar için de kullanılıyor. İmbatın adı Latince battuare (= vurmak) den koyların, limanların içine vuran rüzgâr anlamında. “Ol kayalarun gündoğuşu tarafında, inbad rüzgârına, yani yaz güninde mevsûm olan günbatısı tarafından rüzgâra, büyücek gemüler yaturmaz” (PR). Üstatlar Meltem adının ise İtalyanca mal tiempo (= kötü zaman) dan geldiğini söylüyorlar ama ben pek ikna olmadım; olsa olsa bizim gelinin adındandır gibime geliyor.

 

Bir de özel yörelerde esen, ya da dehşetlerinden dolayı nam kazanmış özel rüzgârlar var. Örneğin, Hamsin: Arabistan ve kuzey Afrika yörelerinde esen sıcak, tozlu bir rüzgârdır. Uzun süre eser, ondan dolayı da adını Arapça hamsîn (=elli) den almıştır, elli gün esen rüzgâr anlamına. Örneğin, Mayıstra: Venedikçe maistra (= büyük usta) sözcüğünden almış adını. Akdeniz’i kasıp kavuran bir poyraz olduğu için de ustalık mertebesine varmış. Bir de bu yıl herhalde Türkiye Açıkdeniz Yarış Kulübü’nün trofesini alacak olan Provezza var. “Akdeniz’in en büyük fırtınası ve en kuvvetli rüzgârının adı provezzadır” (Halikarnas Balıkçısı, Aganta! Burina! Burinata!, 1964). Fransa’nın Provence (Provenza) bölgesinden geldiği kesin gibi; ama Akdeniz’de o kadar gezmiştir ki her limanda bir sevgili bırakmış, adı hem Venedikçe provezza (= batı, batı lodos), hem Katalunca provença (= yağmur getiren poyraz), hem de Rumca proventsa (= fırtına) olmuştur.

 

Nankörlük edip, geceleri bizim oralarda esip uykularımı kaçıran rüzgârı da unutmayalım bu arada. Ildır körfezinde poyraz, Bozdağ’dan aşağı, Gerence körfezinden öyle bir hışımla eser ki, “Gerence, gerence!” diye kaçışıp sığınacak köşe bucak ararız.

 

Rüzgârınız erguvan atlaslarınızı doldursun, saadetler getirsin!


Denizin Dili sayfasına dönmek için tıklayınız.