MUSTAFA PULTAR           DUM VENTUS EST, SPES EST



KARADENİZ VE ADALAR DENİZİ KILAVUZLARI


 

Süleyman Faik’in Rehber-i Derya’sından sonra cumhuriyetin başlarına kadar kıyılarımız hakkında Türkler tarafından yazılmış bir kıyı kılavuzu bulamadım. O günlerdeki durumu bu yazımın kahramanı şöyle anlatıyor:

 

“Sevahilimize (kıyılarımıza) ait bahrî haritalarımız ile sahillerimiz hakkında malûmat-ı coğrafiye ve tabiiyeyi natık (söz eden) rehber-i deryalarımız hassaten (özellikle) Rusların ve bi-l-istinsah (kopya yoluyla) İngilizlerin mahsul-ü irfanıdır ... Hal-i hazıra nazaran Hopa’dan İskenderon’a kadar şamil bir coğrafya-yı sahilînin (kıyı coğrafyasının) adem-i mevcudiyeti (yokluğu) ise irfan-ı memleket namına hesabımıza geçirilmeğe lâyık mühim bir nakîsedir (eksiklikdir)”. (KS)

 

Kimmiş bu kahraman diye sorarsanız, adı Ahmet Rasim. Ama Şehir Mektupları’nın, Güzel Eleni’nin yazarı şu meşhur gazeteci değil tabii; deniz kaymakamı (yarbayı) Ahmet Rasim. Önceleri harita umum müdürlüğü deniz şubesi müdürü, daha sonra da “erkân-ı harbiye-i umumîye (genelkurmay) harekât dairesi reisi” görevlerinde bulunmuş. Denizcilik hakkında bir çok yazısı ve kitabı var. 1934’de soyadı yasası çıkınca Barkınay soyadını almış. Barkın “parlayan” demek, Ahmet Rasim’in de Türkiye kıyı coğrafyasında “parlayan ay” olduğu hiç kuşku götürmez. Cumhuriyet döneminin başlarında kaleme aldığı dört ciltlik kıyı kılavuzları hâlâ aşılabilmiş değildir. Kitab-ı Bahriye’ye kinaye ile, bu eserlerinden dolayı ona “Cumhuriyetin Pirî Reis’i” unvanını verirsek hiç de abartmış olmayız.

 

Ahmet Rasim ilk olarak Türkiye Coğrafya-yı Sahilîsi: Karadeniz Sevahili (= KS) adlı cildi kaleme almış ve cumhuriyetin ilânından önce, 1339 (1923) Martında Trabzon’da tamamlamış. Bu kitap daha sonra yeni yazıya çevrilerek 1930 yılında İstanbul’da Deniz Matbaası’nda basılmıştır. İkinci cilt olan Türkiye Adalar Denizi Kılavuzu: İnözden Mermeris Burnuna Kadar (= AD) ise Ankara’da 3 Ağustos 1341 (1925) tarihinde tamamlanmış ve 1926’da İstanbul’da Matbaa-i Bahriye’de basılmış. Bu kitabın yeni yazı ile baskısını bulamadığım için Adalar Denizi Kılavuzu adıyla çeviriyazısını yapıp yayılmamıştım.  Akdeniz ve Marmara Denizi ile ilgili ciltleri ise daha sonra kaleme alınmış. Bunları Akdeniz ve Marmara Denizi Kılavuzları başlıklı yazımda tanıtıyorum.

 

KS’nin ilk bölümü Karadenizin “ahval-i tabiiyesi”ni, yani rüzgârlarını, sislerini, gelgitlerini, akıntılarını anlatıyor. İkinci bölüm ise Hopa’dan Ahtapolu’ya kadar kıyı boyunca yer alan liman ve sığınakların konumlarını, demir yerlerini “alâmat-i fârikasını” (ayırıcı nişanlarını), fenerlerini, tarihini ve kurumlarını açıklıyor. Bu arada bazı ilginç şeyler de okuyoruz. Örneğin, Samsun’da “tenvirat (aydınlatma) alelâde petrol ile olup ancak rejice istihsal olunan (üretilen) kuvve-i elektrikiyeden bazı müessesat-ı hükûmet istifade eylemektedir.” Amasra’nın ise “asar-ı atikası (eski eserleri) henüz bekâretini (!) muhafaza edip taht-ez-zemin (yeraltında) bulunmaktadır; ciddi bir hafriyat yapıldığı takdirde pek kıymettar asarın zahire çıkacağı azade-i iştibahtır (kuşkusuzdur).” Öte yandan Kefken adası “boğazın hırçın rüzgârlarından, akur (azgın) fırtınalarından kaçınan kayıkların ve gemilerin burada maruz-u kaza ve felâket olanlarında garkolmuş (boğulmuş) gemicilerin sıra ile dizilmiş makberlerini (mezarlarını) havi olduğu için cidden hazin bir tabut gibidir.” (KS)

 

KS’nin ilginç bir niteliği de şu ki “her sayıfanın ziri (altı) bazı atalar sözü ve tecaribe müstenit (tecrübelere dayalı) cümel-ü ifadat (anlatım cümleleri) ve bazı desatir-i ilmiye (bilimsel kurallar) ile imlâ edilmiştir (yazılmıştır).”(KS) O dönemlerde meteoroloji yöntemlerinin yeteri kadar gelişmemiş olmasından dolayı, bu anlatımlarım bir çoğu hava tahmini ile ilgilidir: “Çakalların leylen (geceleyin) bağırması ferdası (ertesi) günü iyi havaya alâmettir. ... Berrak veya bulutlu olsun gurub-u şemsde (gün batımında) gül rengi sema güzel havaya nişanedir: parlak sarı bir sema rüzgâra, hafif sarı sema ise yağmura alâmetdir. Tulû-u şemsde (gün doğuşunda) kırmızı sema yağmur veya rüzgâra, boz rengi sema iyi havaya delâlet eder. ... Deniz kuşlarının erkenden uzak mesafelere kadar karadan denizlere tayarânı (uçması) mutedil (ılımlı) rüzgâr ve iyi havaya alâmetdir. Fakat, bilakis, karalara doğru tayarânı fırtınalı havalara delâlet eder. ... Hilâlin karneyni (boynuzları) yukarıya müteveccih (yönelik) olduğu zaman ‘Ay ayakta, kaptan yatakta!’ ve aşağı müteveccih iken ‘Ay yatakta, kaptan ayakta!’ denerek istidlâlât-ı havaiyede (hava kestiriminde) bulunmak eslâfın (eskilerin) mutadı (olağanı) idi.” (KS)

 

Bu arada bazı öğütler de var ki insanın ‘El insaf!’ diyeceği geliyor. Örneğin: “Borda fenerlerinize yanıyor diye itimat etmeyiniz. Zaman olur ki, bıraktığınız nöbetçi iyi bir surette yanmakta olduğunu rapor etmekle beraber, önüne bazan soğusun diye bir testinin veyahut bozulmasın diye bir aşçının etinin asıldığı vaki olarak fenerlerin ziyasını (ışığını) örter.” (KS)

 

Tirebolu Görünüşleri

Daha önceki rehber-i deryalar ile karşılaştırıldığında, KS’nin üçüncü bölümü özgün bir katkı olarak ortaya çıkıyor: “Meslektaşlarıma: Karadeniz sevahilinin bizzat müşahede (tanıklık) ve iktibasen tersim (aktararak çizim) suretile tahkiye eylemiş (anlatmış) olduğum şu ufak manzara-i rüyet (görünüş) albümünü muhitimizde (çevremizde) yapılmış ilk, fakat çok noksan bir eser olmak üzere takdim eyler ve bu yolda himmet (gayret) edilecek asar-ı mükemmeleye (kusursuz eserlere) bir miftah (anahtar) olmasını temenni ederim.” Ahmet Rasim’in çizimlerine örnek olarak Tirebolu’nun iki görünüşünü şekilde görüyorsunuz.

 

Pirî Reis’in duru Türkçesine özendiğinden mi nedir, Ahmet Rasim AD’nun ‘Ağızlama’ adını verdiği önsözünde bugün bile kolaylıkla anlayacağımız bir dil kullanıyor: “Denizlerimizde dolaşub tuzlu sularla alnını ve saçını ak edecek genç ve dinçlerimize gizli definelerin şu demir anahtarını armağan iderim. Uzun yıllar önünce, ulu kapudanlarımızdan Pirî Reis’in altın kilit urduğu deniz kapılarını artık açub, geniş varlıklı enginleri görmek, ve ululuğa ermek ad ve san borcumuzdur. Yürü, Türk oğlu! Sen de şu iş ve güç ummanında kanad açub gez, ve yurduna yorulup kazanılmış azık getür. Ta ki, varlığın kıymetini ve cünbüşünü bilesün!”

 

Ahmet Rasim AD’na, “Pirî Reis’in avakıb-ı hayatı (yaşamının sonları)”nı anlatarak başlıyor ve onun kullanıp ta 1920lerde anlaşılamıyacağını sandığı bazı sözcüklerin Osmanlıca karşılıklarını veriyor. Örneğin: “böğür = cenah, yüce dağ = mürtefi cebel, Akdeniz kenarları = Bahr-ı Sefid sahilleri, göz yeri = tarassud mevkii, ulu dağlar = cebel-i mürtefi, doruk = zirve-i cebel” gibi. Dilimiz nasıl da sarkaç gibi bir oraya gidip bir buraya geliyor, değil mi? Şu sıralarda da Türklişe doğru sallanıyor!

 

Dümbelek Adaları

AD, Ege denizinin doğal koşullarını anlatan bir bölümle devam ediyor. Bu arada adaların adlarının bir listesi de var; ama bu listede dikkati çeken adların nerdeyse tümüyle Rumca olması. Daha sonraki açıklamalarında Ahmet Rasim her yerde bu adların yanında parantez içinde Türkçelerini, özellikle Pirî Reis’in kitabında geçen isimleri de vermeye dikkat ediyor: Örneğin, “Drepano adası - Pirî reisin Kitab-ı bahriye’sinde Orak adası ismini haizdir. Adanın kıble cihetinde münhat (alçak), ve bir çengel şeklinde kumlu bir burun çıkmış olup ... şeklinden kinaye olmak üzere Orak adası ismini almışdır. ... Mosko adası - Misk, veya Cunda, veya Yunda veyahud son tabir ile Alibey adası garaib-i teşkilât (oluşum garipliği) itibarıyla cidden bir enmuzec (örnek) teşkil eder; ve âdeta eski zamanlarda kullanılan bir çocuk sübeği şekline müşabehet (benzerlik) arzeder.” (AD) Bugün Saroz dediğimiz körfezin adı Rumca “ksaros” (= topuk) sözcüğünden gelmedir. Eski adı Maariz (= kapalı, örtük) olan bu körfezde “batıdan itibaren gündoğuşuna doğru Ksaros, Ksaro mikro ve Ksaro skopelo denilen Maariz adaları mevcud olup en büyüğü birincisi ve en küçüğü de üçüncüsüdür.” (AD)

 

“Türkiye Adalar Denizi Kılavuzu’muza esas, gerçi İngilizlerin vücuda getirdiği rehber-i derya ise de, bu çerçeve dahilinde biz başka türlü bir seyir ve güzariş (geçiş) vaz-ı temaşa eyledik (gezme belirledik)” diyen Ahmet Rasim’in İngiliz kaynaklarını ve haritalarını sürekli olarak kullandığı ama bazan da yetersiz ve yanlış bularak eleştirdiği görülüyor. Örneğin, “Arslan burunu - İngilizlerin bermutad yanlış olarak Aslam diye haritalarına geçirdikleri burun.” (AD)

 

Denizde bulunulan konumun boylamını belirlemek tarih boyunca denizcilerin karşılaştıkları en zor sorunlarından biri olmuştur. Güvenilir kronometrelerin yapılması ile bu zorluk bir derecede aşıldı. Longitude adlı film bu oluşumu ve İngiltere’de bu sorunu çözmek üzere konulan “boylam ödülü”nün öyküsünü çok güzel bir şekilde anlatıyor. Ama gerçek vaktin doğru olarak bilinmesi radyonun yaygın olarak kullanımına kadar hep sorun olarak kaldı. İşte AD’den bu soruna ilişkin olarak yapılan işlemi anlatan bir bölüm: İzmir’de “sıhhiye memurluğunun bulunduğu rıhtım kolunun medhale (girişe) yakın burunu üzerinde mevcud bir gönderden her günün zevalinde (öğlesinde) siyah bir küre düşürülür. Sukût (düşme) anı, iki saat şarkî miyâr (doğu ölçüsü) Avrupa saati ile zeval vaktidir. Aynı zamanda, Kadife kalesi civarındaki harîk (yangın) kulesi mevkiinden dahi bir top atılır.”

 

Denizcinin en önemli sorunlarından biri de tatlı su temini olmuştur. Kitab-ı Bahriye’den başlamak üzere bütün kıyı kılavuzlarında suyun nereden temin edilebileceği önemli bir yer tutar. İşte AD’den su bölümlerine ilişkin birkaç örnek: “Sığacık dahilindeki suların kâffesi (tümü) kireçlidir. Yalnız limanın dahile doğru kısmı sığlık olup suların çekilmiş bulunması hasebiyle bir bilardo masası gibi düz ve âdetâ bir asfalt gibi yumuşak ve taraf taraf tuz lekelerini havi geniş sahanın gerisinde ve tahminen lodos istikametindeki bağçeler ve bağlar ve arnavut Bayram ağanın evinin bostan kuyusundan şürb-i salih (içmeye elverişli) iyi su alınabilir. ... Kuşadasında gümrük iskelesi denilen iskeleye İtalyanların yapmış olduğu ince demir borulardan tatlı su gelir ki sefain filikalarıyla buradan iyi hava kollamak şartiyle su alabilirler. Şehirde mevcud kuyu ve çeşme sularının kâffesi kireçli ve kekremsidir. Bu sahilde ağız tadıyla bir su içmek müyesser (kolay) olmaz. ... Güllük’ün eczahanesi, doktoru, kabilesi (ebesi) yoktur. Değil et, hatta ekmek bile hergün bulunmaz. Hafta pazarı yokdur. Sebze katiyen yokdur. Su zararsız ise de biraz uzakçadır. Mamafih sahile, hatta düyûn-u umûmiye binası civarındaki kahvenin önüne kadar demir boru derûnunda (içinde) su gelmekde ise de zaman zaman münkatı olur (kesilir). (Amma!) Tütün tedariği mümkündür.” (AD)

 

Birinci Dünya ve Kurtuluş savaşlarının izleri AD’nin hemen her yerinde görülüyor: İzmir körfezinde “Sancak kalesi burununa doğru uzanan Sancak kumsalı mağruk sefain (batık gemi) sahasında, harb-ı umûmî bidayetlerinde (başlangıçlarında) medhalin seddi (girişin kapatılması) maksadıyla batırılmış sefain leşleri mevcuddur ki üzerlerinde ½ kulaç su vardır. ... Kaloyeri alâmeti: (Kolona döküntüsü alâmeti dahi derler) Çeşmenin Kızılburunu açığındaki bu banklarda evvelce mevcud bir alâmetin ismi olup harb-i umûmî ibtidalarına (başlarına) kadar mevcud olan bu alâmet, harb bidayetinde Çeşmede bulunmuş olan bir topçu kıtamız tarafından düşman sefainini duçar-ı muhâtara (tehlike) etmek maksadıyla ve top atışıyla hadim edilmişdir (yıkılmışdır). ... Urla iskelesi önündeki ahşap iskelenin bordasında, harb-ı umûmîde gark olan (batan) Kınalıada vapuruyla, Beyrut mesaha-i bahriye (deniz ölçümü) yatımızın enkazı vardır.” (AD)

 

Arkeolojinin, Ahmet Rasim’in özel meraklarından biri olduğu anlaşılıyor. Kıyıdaki ören yerlerini ayrıntılı olarak anlatmanın ötesinde, kendisi de bu işlere katılıyor: “Teos’da bulunan bir tarlanın hendeğinde görmüş olduğum ufak ve oturmuş bir arslan heykelini, vaki olan teşebbüsüm üzerine Sığacık nahiyesi mektebinin kapısı önüne konmak üzere ahali-i mahalliye (yerli halk) ve ganbotumuzun efrad ve zabitanının yardımiyle araba ile mektebe naklettim.” (AD) Yalnızca ören yerleri değil, adaşlarının kurmuş olduğu güzel oteller de merakını çeker: “Haritada ‘sıcaklar hamamlar’ diye İngilizce işaret edilmiş noktada Çeşme ılıcası iskelesi mevcuddur. Bu ılıcalar pek eski zamandan beri mevcud olup bilhassa üstü açık, ve derûni müzahrefât (derin süprüntüler) ile dolmuş bir kaynak mahallinden, bütün banyoları mevcud hotel ve hanelere konan borular dahilinde cereyan edip taksim olunur. Mevcud banyolu hoteller içinde Mora eşrafından Yenişehirli Lengerzade Ahmed Rasim bey isminde bir zatın iki katlı ve 56 odadan mürekkeb, 7 adet çini döşenmiş banyoyu, yemek, istirahat salonlarını ve saireyi muhtevi ve sahilinde ayrıca iskele ve deniz hamamlarını haiz Dilnişin oteli (bugünkü Rasim Palas) kayda şayandır.” (AD)

 

Ahmet Rasim anlaşılan ava da meraklı idi: “Bir İngilizin Beşiğe limanı hakkındaki notlarında, Ağustosdan sonra yelve kuşlarının bu havalide avlandığı ve tavşanların pek mebzûl (bol) olduğu, kalın havaları müteakiben civara külliyetli yaban kazı ve ördek ve çulluk corumu olduğu mukayyeddir (yazılıdır). ... Gökova körfezinin her iki sahilindeki dağlar ve vadiler arasında leopard, ayı, kurt, çakal ve yaban domuzları gibi hayvanat-ı vahşiye (yabani hayvanlar) kesretle (çoklukla) bulunur. Bunlardan bilhassa leopard denilen hayvanın savleti (şiddetle saldırması) pek müdhişdir; geyik ve karaca dahi mebzulen bulunur.” (AD)

 

Şimdilik yazıyı Ahmet Rasim’in KS’deki dipnotlarında aktardığı bir günbatımı güzelliğiyle bitirelim:

 

Bak kitab-ı kâinatın safha-i renginine

Hame-i rezin-i kudreti gör ne tasvir eylemiş

Kalmamış bir nokta-i muzlim çeşm-i dil erbabına

Sanki ayatın huda nurile tahrir eylemiş.

 

(Bak evrenin kitabında renk dolu sayfalara

Temkinli kalem gücü gör ne resim eylemiş

Kalmamış karanlığı gönülgözü olanlara

Sanki tanrı ayetlerini ışıkla yazı eylemiş.)
 

 

  Rehber-i Deryalarımız sayfasına dönmek için tıklayınız.

 

  Denizci Kitapları sayfasına dönmek için tıklayınız.