MUSTAFA PULTAR           DUM VENTUS EST, SPES EST



PİRATNAME


Pirat

 

Sınırlı da olsa bugün yelken sporunun yapıldığı bölgelerimizde denize çıktığınızda, yelkeninde nacak biçiminde bir sınıf arması bulunan ufak bir yelkenli tekneye rastlarsınız. Nacak da nereden çıktı derseniz, teknenin adının Pirat yani korsan demek olduğundandır. Ellili yıllarda ülkemizde yelken sporunda kullanılan tekne türü çok kısıtlı idi. (Lâf aramızda hâlâ öyledir ya, ama o başka konu.) Snaypın daha yeni yeni ortaya çıkmaya başladığı günlerde iki kişilik ekipler için ise yalnızca 12 m2 şarpi ve piratın varolduğunu hatırlıyorum. Şarpi zamanla tarihe karıştı, ama pirat nerdeyse 65 yıldır popülaritesinden hiçbir şey kaybetmedi; Dragon gibi. Bu popülaritesinde hem iki kişilik bir ekiple yarışılabilen, hem yalnız hem de iki üç kişi ile rahatça gezi teknesi olarak kullanabilmesinin payı vardır sanıyorum. Pirat bugün ülkemizde bir rönesans yaşıyor; birçok meraklısı bir araya gelip toptan pirat inşa ettirme kampanyasına giriştiler. Yakınlarda piratta bir canlanma olacağından emin olabiliriz.

 

Pirat, 1938 yılında Almanya’nın meşhur inşaiyecilerinden Carl Martens tarafından tasarlanmış ve yapılmıştı. Martens, piratı dengeli, inşaatı kolay ve dolayısıyla da ucuz bir gençlik teknesi (Jugendboot) olarak öngörmüştü. Karinası, bordaları ve güvertesi tek eğrilikli yüzeylerden oluştuğu için kontraplak kullanılarak kolayca inşa edilmesi mümkündü. Kısa sürede Almanya’ya ve orta Avrupa’ya yayıldı. Türkiye’ye gelişi ise ikinci dünya savaşının ardından Almanya’ya eğitime gitmiş olan yelkencilerimizin aracılığıyladır. Orta Avrupa dışında bir de Şili’de kullanılmaya başladı ki o da yine birkaç öğrencinin kişisel girişimiyle olmuştur herhalde.

 

Bugün pirat yalnızca bir gençlik teknesi olmaktan çıktı, her yaştan insanların hem yarışmak, hem gezinmek için hem de eğitim amacıyla kullandığı bir tekne oldu. Ama dünyada çok da yaygın değil. Bugün bile Uluslararası Pirat Birliği IPA’nın yalnızca sekiz üyesi bulunuyor: Almanya, Avusturya, Danimarka, Macaristan, Çekya, İsviçre, Şili ve Türkiye. Çok fazla pirata sahip olmamakla birlikte ülkemiz her zaman etkin bir üye oldu IPA’da. Birliğin kongresi geçenlerde İzmit’te yapıldı; 2005 Avrupa şampiyonası ise yine Türkiye’de yapılacak.

 

Piratın ülkemizle hep çok ilginç ilişkileri olmuştur. Örneğin, yelkencilik kuramı üzerine yazılmış olan en ayrıntılı eser Czeslaw Marchaj isimli bir Çekin kaleme aldığı Teoria Zeglowania (Yelkenciliğin Kuramı) adlı kitaptır. Marchaj bu kitabının hidrodinamik ile ilgili bölümünde, İstanbul Teknik Üniversitesi’nin profesörlerinden rahmetli Ata(ullah) Nutku’nun bir pirat maketi ile yaptığı hidrodinamik deneylerinden söz eder. Ata Nutku kanında tuzlu su dolaşan bir hocadır; babası 19. yüzyıl sonlarının tanınmış bahriye subaylarından biri olan Süleyman Nutkî’dir. Nutkî, kim olduğunu tam bilemediğim “Nuri kapudan”ın Tabirat-ı Mellâhiye (gemicilik terimleri) adlı çalışmasını da mezcederek 1333 (1917) de deniz kültürümüzün ilk lûgatı olan Kâmus-i Bahri’yi yazmış idi.

 

Gençliğimde benim de bir piratım vardı. Bugün Fenerbahçe’de Borsa lokantasının bulunduğu ahşap köşkün sahiplerinin oğlundan 1.500 liraya satın almıştım1960’da. Zamanın meşhur inşaiyecilerinden Harun Ülman’ın yaptığı yakışıklı bir tekne idi. O yıllarda Türkiye’de su kontraplağı üretilmiyordu. Ondan dolayı tekne maun tahta ile kaplanmış, armozları ise tiriz üzerine bakırla perçinlenmişti. Sezonun başında batırıp bir gece denizde bıraktın mı her tür sızıntı şıp diye kesilir, damla su yapmazdı.

 

Yakışıklı teknemin yelkenleri ince pamuk yelken kumaşından dokunmuştu. Üzerinde 117 diye bir numara vardı. Ama TK’sı yoktu. Acaba İsviçre’den geldiği için oraya ait bir numara mıydı, merak edip de hiç öğrenmedim. Nasıl olsa yarışlara girmiyordum, numarayla uğraşmanın gereği de yoktu. Öte yandan yelkenler kırmızıydı ve bundan dolayı öyle bir havam oldu ki, sormayın. Çünkü o günlerde önce Nat King Cole, daha sonra da Tab Hunter, 1930 ların “Red Sails in the Sunset” şarkısını tekrar seslendirip meşhur etmişlerdi.

 

Savaş sonrası yılların ne denli zor kıtlık yılları olduğunu ancak yaşayanlar bilir; şimdi anlatıldığında kimse inanmıyor. Deniz malzemesi ise büsbütün kıttı. Daha fiber makaralar bile ortaya çıkmamıştı; Perşembe pazarından ağaç tablalı, pirinç dilli, okkalı makaralar alıp kullanırdık. Her tür halat manilaydı, yani kenevirdendi. Mübarek manila zımpara gibidir, öyle ıskotaya falan gelmez, elinin derisini sıyırıverir. Onun için ya pamuktan ya da paralıysan ipekten yapılmış ıskota halatı kullanırdın. Tabii ıslandı mı, bir an önce kurutmaya bakardın, çürümesin diye.

 

Şimdiki piratlarda iş kolay, düz bir yekeye uzatma takıyorsun, hem sancak hem de iskele küpeştesinden kullanıyorsun dümeni. Ama bu parlak fikir eskiden pek yaygın değildi. Hem şarpilerde hem de piratlarda çatal yekeler kullanılırdı. Benim piratımın da bir çatal yekesi vardı, lâdes kemiği gibi. Özenle seçilmiş eğimli meşe kerestesinden yapılmış, damarları yılan gibi kıvrılan pırıl pırıl, fiyakalı bir yeke idi. Hiç teknede bırakmaz, her gece eve götürürdüm.

 

1967’de nişanlandım. Nişanlımın ailesi Büyükada’da yazlıktaydı. Ben de sık sık adaya gidiyor, günü nişanlımla gezerek geçiriyor, akşam olunca da Bostancı’ya eve dönüyordum. Bir gün piratla gideceğim tuttu. Önce Yürükali’de denize girdik, sonra da adanın etrafında bir tur atıp döndük. Onu iskelede bıraktım ve Bostancı’ya doğru yollandım. Maltepe sığlıklarına geldiğimde hava iyice kaldı. Ben de ıskotayı bir koçboynuzuna toka edip farşların üstüne yattım, radyo dinlemeye koyuldum.

 

Sen misin yatıp keyif yapmaya kalkan? Güneşin batmasına az kala nerden geldiğini hâlâ anlamadığım bir sağnak bastırdı, ben toparlanana kadar tekne alabora oldu. Sonra deniz hemen yine limanlık oldu; sanki Poseidon bana bir ders vermeye çalışıyordu. Piratın salması ve dümen palası her ne kadar saç olsa da, tekne Allahtan ahşap, batmadı. Ama ne baş kıç altında su geçirmez bölmesi ne de şişme sephiyesi olduğu için, içi iyice su doldu. Piratın salma kasasının üst yüzeyi küpeştesinden aşağıdadır; onun için su yüzeyinin altında kaldı. Suyu boşaltmak olanaksız, ne kadar denesem salma kasasından geri doluyor. Üstelik de o gün aşk aklımı başımdan mı almıştı, nedir, salmayı çıkarıp kasanın ağzını yelkenle tıkamayı akıl edemedim.

 

İzciyken “tekne devrilirse sakın ayrılmaya kalkmayın” diye belletmişlerdi. İyi ki de belletmişler. Yelkenleri indirip direğe sarı rüzgârlığımı çektim, belki görüp de kurtarmaya gelen birileri olur diye. Nerde? Kimsenin gördüğü, geldiği yok! Aldı mı beni bir korku, geceyi belki de bir kaç günü teknede geçirmek zorunda olacağım diye. Tam da o sıralarda rahmetli Prof. Kaya Gürsel, Tuzla’da dalarken kaybolmuştu, köpekbalıklarının saldırısına uğradığı rivayet olunuyordu. Ya bana da saldırırlarsa?

 

Güneş battı, alacakaranlık yerini geceye bıraktı. Saatim suda bozulduğu için zamanı ancak Bostancı vapurlarının nerede olduğundan izliyorum, çünkü nişanlıma gidip geldiğimden vapur tarifesini ezbere biliyorum. Son 1:30 vapuru da seferini yapınca o yöntem de işe yaramaz oldu. Baktım iş zor. Teknenin dengesi artsın diye baş istralyayı söktüm, direği indirdim, yedeğe aldım. Kasanın üstüne oturdum, kendimi dört halatla başa, kıça ve çarmık ayaklarına bağladım; uyuya kalıp ta devrilip, boğulmayayım diye.

 

Zamanla baktım ki akıntı beni açıktaki Vortonas fenerine doğru atıyor. Öyle de oldu. Yanından geçerken tekneyi belime bağladım, yüzerek ve zar zor fenere çıktım. Islak yelkene sarılıp uyudum. Sabahleyin geçen balıkçılar beni görüp Bostancı’ya kadar yedeklediler. Rahmetli anam meraktan dokuz doğurmuş; “kazık kadar adam oldun ama aklın bebek kadar kaldı” diye bir güzel azar işittim ondan.

 

Bu olaydan sonra, sanki kabahat piratınmış gibi ondan soğudum; sonunda yakın bir dostuma sattım. Geçenlerde Ankara’dan İstanbul’a giderken ona otobüste rastladım, “ne oldu bizim pirat?” diye sordum. Uzun süredir kullanmıyormuş, adada kayıkhanede duruyormuş. “Bakacağından emin olacağım birini bulsam vereceğim, ama kıyamıyorum” dedi.

 

Yoksa ben yine eski gözağrıma mı dönsem? Ne de olsa pirat insanın yaşına bakmaz; gencine de olur, yaşlısına da!

 

  Deniz Kültürümüzden sayfasına dönmek için tıklayınız.